4 Nisan 2013 Perşembe

Rodos - Mykonos - Santorini 2. GÜN


gezinin 1.günü için tıklayınız

4 gecelik Rodos tatili notları için burayı tıklayınız

RODOS

Sabah saat 9 sularında Rodos'a yanaşacağımızdan öncesinde Bengi ile sabah kahvaltısı için en üst kata çıktık.
Açık büfe şeklinde dizayn edilmiş olan üst katta yeterince çeşit mevcut. Yiyeceklerin kalitesi ise genel Yunan Adaları Cruiseları seviyesinde: kötü değil, ama lezzetli mi desen pek lezzetli de değil. Standartlarınızı ve beklentilerinizi düşük tutarsanız mutsuz ayrılmazsınız.



Rodos'taki liman işlemleri çok uzun sürmedi. Gemiden ayrılmadan önce kapıda dağıtılan haritalardan birini de yanımıza alıyoruz. Limanda 1-2 dakika yürüdükten sonra surlarla çevrili olan "Old Town"'ın kapılarından birinden içeri girdik.



Rodos Old Town, halen Orta Çağ'daki mimarisini kaybetmeden içine dükkanlarını serpiştirmiş görülmeye değer bir yer. Her an bir sokaktan St. John şovalyeleri fırlayacak gibi duruyor. Biz beklentilerimizi Rodos için biraz düşük tuttuğumuzdan bu atmosfer oldukça hoşumuza gitti. Daracık ara sokaklara dalıp adeta tarihi bir bilgisayar oyunundaymış gibi hissedebiliyorsunuz kendinizi.



Yine kedilerce işgal edilmiş dar sokaklarından birine daldığımızda diğer kedilerin biraz uzağında durup bize hiç kıpırdamadan dehşetle ve düşmanca bakan kediyi görüp ürktük. Ben ki 13 - 14 yıldır kedi bakıyorum, bu kadar düşmanca bir tavır görmedim. Meğer hayvanın bizle derdi yokmuş, büyük tuvaleti bitince kasları gevşedi - yüz ifadesi rahatladı.

Sabah saat 9 olmasına ve bizimkinin haricinde başka bir cruise gemisi Rodos'a yanaşmış olmasına rağmen dükkanların yeni yeni açılıyor olması sanırım en sık Yunanistan'da görebileceğiniz bir hareket. Kınıyor muyum deseniz, kınayamıyorum da aslında, insanlar dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde hayatlarını yaşıyorlar.



Sıcağın da etkisiyle birer frappe içebilmek adına Old Town merkezdeki Palazzo'ya oturuyoruz. Bengi zaten Yunan Adaları'nda öğleden önce frappe içmezse kesinlikle rahat edemiyor. O esnada ben de biraz haritayı kurcalıyorum. Palazzo'nun Yunan sahibi bizimle tatlı bir sohbete koyuluyor. Türk olduğumuzu duyunca mutlu oluyor. Haritada bulunduğumuz yeri ve gitmemiz gereken yerleri gösteriyor.



Biri dondurmalı iki frappe için 10,20 € hesap geliyor. Paralar o sırada Bengi'de durduğundan ödemeyi o yapıyor. Yunan sahibi çat pat İngilizcesiyle "Is she boss?" (patron o mu) sorusuyla takılıyor. Olumlu yanıt alınca "hoş, bizim evde de patron hanım" diyerek bizi uğurluyor. (20 centi de almadı bu arada)

Rodos Old Town'da görülmesi gereken en önemli yerlerden biri "The Street of Knights" (Şovalyeler Sokağı) olarak bilinen ve her ülkenin kendine ait hanlarının bulunduğu sokak. Bu sokak aynı zamanda son derece görkemli bir yapı olan Büyük Üstadın Sarayı'na da açılıyor. Hem sıcağın etkisiyle hem de zamanımıza da güvenerek ilk denememizde bulamayınca sonra bulmak kaydıyla Old Town'dan çıkıp yeni şehire doğru yürüyoruz.



Yeni şehir, eski Rodos'tan tamamen farklı, bildiğimiz bir kıyı ilçesi. Yüksek katlı binaları, otelleriyle de oldukça şehirleşmiş bir nokta. Şehrin yeni limanı "Mandraki" (mendireğe olan fonetik benzerliği de ilgimi çekmedi değil) bolca heykeliyle buranın merkezini oluşturuyor. Zamanında Rodos Heykeli'nin bulunduğu rivayet edilen alan da görülüyor.

Ortasındaki avlusuyla "New Market" da merkez için bolca dükkanın olduğu hareketli bir alan. New Market'te yürürken Türk olduğumuzu anlayan restaurant hanutçuları, henüz 1-2 saat öncesinden bizleri Türkçe öğlen yemeği yemeğe davet ediyor.



New Market'ta Bengi'ye üzerinde deniz kabuklarından yapılmış aksesuarları olan bir hasır şapka alıyoruz. Rodos merkeze 1 saat kadar uzaklıktaki bir kıyı kasabası olan Lindos'u da görmek istediğimizden hemen New Market'ın arkasından kalkan otobüsleri inceliyoruz. 11'deki otobüsü gözümüze kestirip arda kalan zamanımız için Mandraki boyunca yürümeye karar veriyoruz.



Bir gölgede dinlenmekte olan Erhan ve Özlem'e rastlıyoruz. Onlar da Lindos'a gelmeyi düşünüyorlar. Bir ihtimal gelirler diye otobüs saatini söyleyip yanlarından ayrılıyoruz. Limanın kuzeyine doğru çıkıldığında, Türkiye'ye doğru bakan kısımda oldukça temiz bir plaj göze çarpıyor. Bizdeki uygulamanın aksine şezlongların denize doğru değil güneşe doğru çevrilmiş olması ilgimizi çekiyor.



Sokaklarda biraz daha yürüdükten sonra koşaradım otobüsümüzü yakalamak üzere New Market'e doğru yola çıkıyoruz.

Otobüs için bilet gişesinde sıraya geçiyoruz ama gişe memuru bilet almamıza gerek olmadığını, otobüsün içinde de ödeyebileceğimizi söylüyor. Yarım saatte bir kalkan otobüsümüze böylelikle yetişiyoruz. (5 €)

Otobüsün içinde klima çalışmasına rağmen gene de pek serin bir ortam yok. Özellikle güneş alan pencerelerde sauna ortamı yaşayabiliyorsunuz.

Lindos

Köylere ve plajlara gire çıka, manzaraya baka baka yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Lindos'a varıyoruz. Ünlü kalesi büyükçe bi tepeden bizlere bakıyor.



Otobüsün bıraktığı yer Lindos'un hemen üstü. Dik bir yokuştan aşağı inerek kasabanın içine doğru yürümeniz ya da otobüsün bıraktığı alanda bulunan Mercedes taksilere binmeniz gerekiyor. Biz yokuş aşağı inecek olmanın avantajını kullanarak yürüyerek kasabaya doğru iniyoruz.



Dik yokuşu indikten sonra mini bir meydana geliyorsunuz. Sol yokuştan aşağı inerseniz halk plajının büyük kısmına, sağ tarafa doğru yürürseniz kasabanın içine giriyorsunuz.



Daracık sokaklardan oluşan kasabada takıcılar, sandviççiler vb. turistik dükkanlar göze çarpıyor. Kasabanın içinden geçip, plajın daha dar kısmına gitmek isterseniz çoğu Yunan adasında rastlayabileceğimiz eşek turlarını da tercih edebilirsiniz. Biz Bengi ile bu eşekli aktivitelerden pek hoşlanmadığımızdan tabanları yağlıyoruz.



Dar sokaklardan inerek, eşek pisliğine mümkün mertebe basmayarak küçük plaja doğru yürüyoruz. En az 20 - 25 metreden denizin dibini görebileceğiniz bu berrak kum plaj, geçen yazın en güzel, en kendine çağıran deniz performanslarından birini sundu bize.




Ancak oraya gelmeden önce karnımızın gurultusunu bastırmak amacıyla plaj kenarındaki hoş restoranlardan birine kurulduk.

Mare Mare adındaki beyaz mobilyalı güzel ve rahat restoranda 2 tane buz gibi Mythos bira (ki ben çok beğendim bu Yunan birasını) bir ahtapot ızgara, bir de sarımsaklı karides söyledik.



Ahtapot ızagara, ülkede yediklerimizden çok farklı. Çünkü bizde malesef ahtapotları yumuşatmak için önce haşlayıp daha sonra ızgara ya da tava haline getirip sunuyorlar. Genelde küçük ahtapotlar olduğundan bacak bacak sunuluyor. Yunanlar ise ahtapotu en az 3 gün güneşte kuruttuktan sonra mangal ateşinin üzerine atıp itri bacaklarınu ya dilimleyerek ya da bütün bırakarak tabağınıza çok hafif ekşi soslarla sunuyorlar.



Bu tam bir lezzet patlamasıdır.




Tüm bu yemeğe 2 kişi 23 € ödeyerek Mare Mare'den ayrılıyoruz. Bu hesabın anakara Yunan lokantalarına göre bir parça yüksek olduğunu söylemek gerekir, yalnız konumu ve yeri gereği, sunulan lezzeti de dikkate alırsak bize hiç koymadı açıkçası.

Mare Mare'den çıkınca muhteşem denizle kucaklaşmak için plaja girdik. Plajda şezlonglar kiralanıyor. 2 sunbed + şemsiye günlük 8 euro. Aslında plajda uzun saatler geçirmeyeceğimiz için şezlong kiralamak çok mantıklı değil. Ancak 2 kişi seyahat etmenin sıkıntılarından birisi denize gireceğiniz zaman eşyalara sahip çıkacak kimsenin olmaması. Plajda şezlongların uzağında bir kaya altına eşyaları bırakacağımıza 1 sunbed ve bir şemsiye kiralayarak (4 €) hiç olmazsa eşyalar görevlinin gözü önünde bir parça daha güvenle yüzebileceğimizi düşündük.

Denizin sıcaklığı buz gibi su sevmeyen benim için son derece ideal ve tertemizdi. Gönlümüzce yüzüp serinledik.



Şunu da eklemeden geçemeyeceğim, mankenlere taş çıkaracak güzellikte kızlar üstsüz bir şekilde plajda güneşleniyor ya da denize giriyorlar. 1 kez ya da 2 kez bakıp kendi yaptığınız işe dönüyorsunuz. Çünkü bu gerçekten de anormal bir durum değil, rahatsız eden, askıntı olan, dik dik bakıp kumda eşelenen akıncılar grubu vs. yok.

Denizde zamanımız dar olduğu için bir 10-15 dakika kalıp kurulanmak, ıslak mayoları vs. değiştirmek amacıyla şezlonglarımızın yanına gittik.

Acaba buradan otobüsle falan hiç uğraşmayıp direkt olarak tekneyle Rodos'a dönebilir miyiz diye etrafa sorup soruşturduk ancak yolculuk ortalama 3 saat süreceğinden vazgeçtik. Çok keyifli bir yolculuk olabileceğini, zamanı olanların muhakkak denemesi gerektiğini şimdiden ekleyeyim.

Her ne kadar içimizde de kalsa, saat 16:00 gibi botlara binmeye başlamamız gerektiğinden merkeze doğru yürümeye başlıyoruz.

Kasabanın içinden geçerek otobüslerin bulunduğu alana yürümemek adına meydandaki Mercedes'lerden birine bizi yukarı atması için rica ediyoruz. Zaten bunun için bir tarife mevcut (4 €) Sıcakta diliniz dışarda yokuş tırmanmak istemiyorsanız ya otostop yapın ya da atlayın Merso'ya derim.

Otobüs biletlerimizi alıp sıraya girip otobüsün açılmasını beklemeye başladık. Şoför otobüsün kapısını açmasına rağmen yolcuları içeri almadı. Millet "hay huy" edince "içerisi sauna gibi nefessiz kalırsınız, 10 dakika bekleyin bir hava alsın" şeklinde açıklamasını yaptı. Bir süre sonra otobüse binince bu uyarının ne derece yerli yerinde olduğunu anladık. Resmen yumurta kırılsa pişirilecek vaziyette olan otobüsü soğutmak için havalandırma vb. de kar etmedi desem yalan olmaz. Yolculuk sırasında yaklaşık 30 dakika sonra otobüs kendine gelmeye başladı diyebiliriz.

Yine türlü plaj ve koylara uğramak suretiyle Rodos merkeze doğru yol aldık. Bu esnada bir plajda otobüse binen 7-8 Yunan gencin gürültüsünden beynimizin yandığını da söyleyebiliriz.

Rodos merkeze gelince kasabayı gezdiren mini trenin kalkmak üzere olduğunu gördük. Çok vaktimiz olmadığından pas geçtik ancak çoğu Yunan adasında bulunan bu aktivite de hoş olabilir.



Old Town'a doğru yürüdük ve Şovalyeler Sokağı'nı bulduk. Aslında sabah da tam karşımızda bir yerdeymiş ama dalıp geçmişiz anlaşılan.



Gerçekten görkemli ve uzun sokağın sonuna doğru aynı görkemde bir sarayla karşılaşıyorsunuz.



St. John şovalyelerinin büyük üstadının sarayı olan bu yapıya kısa bir ziyaret yapıp merkezde sandviç bulmak adına yola koyuluyoruz. Randımanlı bir sandviççi bulamayışımız sonrası sokaklarında gezinip gemiye doğru yürümeye başlıyoruz.

Rodos gerçekten beklediğimizden çok daha güzel, çok daha tarihi bir ada olarak karşımıza çıktı. Kendisine has bir dokusu olan bu adaya Marmaris'ten ya da Bodrum'dan günlük seferlerle de ulaşabilirsiniz.

Kelebekler Vadisi turuna vesairesine katılmayın, yemeğe, denize ve tarihe odaklanın. Pişman olmayacaksınız.

Gemiye vardığımızda akşam yemeğine kadar ufak bir uyku çektikten sonra A La Carte restorana hiç uğramadan en tepedeki açık büfeye doğru yola koyuluyoruz. Öncesinde harika manzara eşliğinde Ege'nin binbir rengi üzerinden güneşi aperatifler eşliğinde batırıp, ardından açık büfede çok da şahane olmayan yemeklerimizi tüketiyoruz.





Akşam şovun bir parçasını izledikten sonra soluğu İlker'in yanında aldık. İlker yine slow parçalar üzerinden iç parçalayıcı eserlere dalınca iyice bunalıp barmenimiz Jean'a dadanıyorum.

Jean, 1950 Amerikan filmlerindeki kısa boylu, orta yaşlı, şişman siyahi Amerikalı barmen formatında farklı kafalar yaşatıyor bize. Günün indirimi Tequila Sunrise'da olduğu için abanıyorum Tequila Sunrise'a. (4 €)

İlker bizi parçalarıyla intihara sürüklemeden gemide ufak bir gezintiye çıkıp odalara çekiliyoruz.

3.Gün için tıklayınız

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder