24 Nisan 2013 Çarşamba

Anadolu Kavağı - Yedigül Restaurant



23 Nisan tatilini pazartesiyle birleştirmeyip İstanbul'da kaldığımızdan güzel havayı doğada değerlendirmek istedik.

Uzun ve kısa boğaz turları uzundur aklımdaydı. Hem vapur yolculuğunun güzelliği hem Anadolu Kavağı'nın güzel havası ve doğası güneşli günü değerlendirmek için çekici geldi.

Turların birden fazla zamanı var ancak en uygun olanının Eminönü'nden 10:35'te kalkan, saat 17:00'de de Kavak'tan dönen program olduğunu belirtmeliyim.

Biz vapura 10:50'de Beşiktaş'tan binerek yolculuğa başladık. Simitti, sağa sola bakalım derken 12:10 gibi Anadolu Kavağı'na yanaştık.



Yanaşır yanaşmaz hanutçular etrafınızı çeviriyorlar ama biz önceki araştırmalarımızıdan Yedigül'de yiyeceğimizi tespit etmiştik.

Hiç merkezde takılmadan Yoros Kalesi'ne doğru tırmanışa geçtik.

Yaklaşık 15-20 dakikalık bir yokuştan sonra kafelerin arasından geçerek kaleye ulaşıyorsunuz.



Yukarıda çok güzel bir manzara var ama kalenin içine ve dolayısıyla avlusuna giriş demir kapıyla kapatıldığı için asıl manzaranın olduğu yere geçiş yapamıyorsunuz. Bir müddet orada takıldıktan sonra geri dönüş yoluna koyuluyoruz.






Bu arada kafelerin manzarası güzel olsa da yokuşun sağında tek başına olan mekan daha güzel gözüküyordu yukarıda takılmak isteyenlere duyurulur.



Aşağıda Yedigül'ün deniz kıyısı masalarından birine oturup siparişlerimizi verdik.

Girizgah olarak bir ufak rakı, deniz börülcesi, beyaz peynir, midye dolma, köz patlıcan

Gelişmede kalamar ızgara, sigara böreği (balık restoranında da olsa gene de söylüyorum şu naneyi)

Sonuçta 2 lüfer

Finalde fırında helva.

Deniz börülcesi sarımsak ve zeytinyağı ile soslandırılmasına rağmen sarımsak sonradan eklendiğinden henüz çekmemişti. Börülce tazeydi ama sosu çekmediğinden beklediğimizin bir kademe altındaydı. Beyaz peyniri kaliteli, köz patlıcanı lezzetliydi. Midye dolmalar İstanbul işi hazırlanmıştı, oldukça irilerdi. Tatmin edici diyebilirim.





Bizde Yunanların aksine kalamar ızgara, "ızgarada" yapılmıyor maalesef. Güveçte tereyağı ve bu örnekte sanki biraz soya sosuyla tatlandırılığ kekik ve kırmızı biberle pişiriliyor. Yunanistan'daki tadı arasak da İstanbul'daki emsallerine göre oldukça lezzetliydi.




Balıkta mezgit fileto olduğundan pas geçtik. Tekir, sarıkanat (ki onda da yasak var aslında), barbun ve lüfer arasında düşünürken garsonumuzun lüferlerin taze olduğunun üzerinde durmasıyla tabii ki lüfere yöneldik.

Hakikaten iyi pişirilmişti ve tazeydi, büyük beğeniyle yedik.



En son fırında helvamızda, helva biraz türü icabı karamelize olmuştu. Burada hafifletmek için aslında kaymaklı dondurmayla vb. servis yapmak lazım bu tatlıyı, oldukça hafifletir. Yine de kötü değildi.



Yedigül'de ürünlerin taze olmasına özen gösteriliyor, 3 katlı mekan bazen hınca hınç dolu olabiliyor. Garsonlar çok kibar, sabırlı ve yardımcı, dolayısıyla kalabalıkta bazı aksayan siparişleri mazur görebiliyorsunuz.



1 ufak rakı
deniz börülcesi
beyaz peynir
midye dolma
patlıcan köz
kalamar ızgara
sigara böreği
2 adet lüfer
fırında helva


sofrasından 190 tl gibi boğaza sıfır emsallerine göre oldukça makul bir hesapla kalktığımızı da belirtmek lazım.



Yemekten kalkıp vapurla dönüşümüzü yaptıktan sonra güneşin ve doğanın etkisiyle uyku bastırabilir, dikkat etmek lazım (:

Kavak'a giderseniz Yedigül'ü öneriririm. Önemli bir problem yaşamadan keyifle yemek yiyebilirsiniz.


15 Nisan 2013 Pazartesi

Sütlüce Çınaraltı Restaurant

Cumartesi "güzel havada pineklemeyelim" düşüncesiyle evde kıpırdanırken, öğlen vaktinin geçmesini fırsat bilerek kendimizi güzel bir şeyler yiyeceğimiz bir yere atmak istedik.

Daha önce arkadaşlarla gitmiş olduğumuz Sütlüce'deki Yandım Ergun ve Çınaraltı, uykuluğun ana vatanındaki en güçlü kaleler olarak öne çıkıyor.

Alkol servisinin de bulunması sebebiyle tercihimizi Çınaraltı Restaurant'tan yana kullanıyoruz.

Çınaraltı, ahşap dekorasyonun uygulandığı, basit, geniş bir ızgaracı.

Özellikle fındık uykuluk konusunda önemli bir şöhrete sahip. Bunun yanında çeşitli sakatat çeşitleri, şiş ve kokoreç de mekanda daima servis edilen lezzetlerden bazıları.

Dışardaki bir masasına kurulup baştan buğday salatası söyledik. Buğday salatası, tıpkı ezme gibi meze olarak servis ediliyor.




Salça tadını biraz baskın bulsak da taze ekmekle hoş giden bir lezzet.

Ardından benim için fındık uykuluk, Bengi için kokoreç geldi.

Kuzu gerdanından yapılan uykuluk, kuyruk yağını andıran kıvamı ve farklı lezzetiyle çok iyi bir alkol yancısı. Sarhoş kafayla yarım ekmek arası hoplatılan, ancak çok yerde bulunamayan önemli bir lezzet. Fransız mutfağında onlarca çeşit uykuluk tarifi olduğunu da belirtmek gerek.



Kekikle tat katılmış, son derece iyi bir uykuluk geldi. Zaten Çınaraltı yörenin en iyi uykulukçusı diyebiliriz.

Bengi'nin kokoreçi ise saman gibiydi malesef. Bizim hatamız, kokoreçin domates ve biberle tatlandırılması yerine İzmir usulü olarak, sade bir biçimde hazırlanmasını istemememizdi. Ancak o haliyle bile lezzetli olacağını pek sanmıyorum.



Bengi kokoreç özleminden ötürü yedi.

Bu tip mekanlarda, yani lokal şöhret olmuş, belirli bir kurumsallık anlayışı olmayan, ama işin ustasıyla da karşı karşıya gelmediğiniz işletmelerde garsona beğeni iletmenin çok doğru sonuçlar doğuracağına inananlardan değilim.

Kurumsal işletmelerde şikayetiniz dikkate alınıyor, küçük kadrolu yerlerde de ustasıyla karşı karşıya olduğunuzdan bir samimiyet oluşuyor. Ancak böyle arada yerlede, hem de ünlü yerlerde garsonun çok bilmiş tavrına şahit olmanız olası.

Stratejik davranmak yerine daima kendini ifade eden, bu tavrına da saygı duyduğum Bengi tabii ki memnuniyetsizliğini garsona iletti.

- Kokoreçiniz taze miydi acaba?
+ Tsah, tabii ki.
- Yani uykuluğunuz güzel ama kokoreçi beğenmedik pek.
+ Böyle iş yapan ortamda taze olmayan ürün olması mümkün mü?
-...
+...

Size şunu getirelim, bunu ikram edelim, özür dileriz bir dahakine daha güzel olacaktır vs. gibi bir yaklaşım yoktu yani.

Aç kalmamak adına bir de çöp şiş patlattık. Çöp şişlerimiz benim sevdiğim gibi yumuşak - diri arası bir kıvamda, kızıl - kahverengi tonlarda iyi yağlandırılmış bir etti. Onu zevkle tükettik.



Netice itibariyle Yandım Ergün, kokoreçi ile Çınaraltı'ndan 2 adım önde şu anda Sütlüce piyasasında. Çınaraltı  uykuluğuyla bir adım kapatıyor farkı. Alkol servisi sebebiyle Çınaraltı özellikle yaz akşamüstlerinde halen tercih edilen mekan olacak gibi gözüküyor.

Fındık uykuluk, porsiyon kokoreç, çöp şiş, buğday salatası, iki ellilik bira toplam hesap 62 lira. Bence verilen kalite ve hizmete göre çok, 50 lira civarı normali olabilirdi.

Çınaraltı Restaurant

Lezzet: - 4/5 (kokoreçi tek başına 2)
Servis  - 2/5
Atmosfer -  3/5
Fiyat Performans - 2/5

Sadece uykuluk özlediyseniz tercih edin, aksi vaziyette gitmeniz için ek bir sebep yaratmıyorlar malesef.


10 Nisan 2013 Çarşamba

Rodos - Mykonos - Santorini 3.GÜN

Gezinin 2. günü için tıklayınız

Mykonos

Gece denizin gittikçe dalgalanmasıyla oldukça sallanan gemi, neyse ki Bengi ve benim gibi gemi sallanmasına dayanıklı bünyeler için endişe vericiden çok eğlenceliydi.

Sabah kahvaltımızı 7. kattaki açık büfe alanda gerçekleştirdikten sonra rüzgarlarla adeta dövülen Mykonos'a adım attık.




Geminin ayarladığı shuttle'lar Ocean Majesty'nin yanaştığı yeni limandan Mykonos merkeze gidiş dönüş 8 euro'ya ulaşımı sağlıyorlar. Tabii ki yeni limandan biraz yürüyerek adada bulunan az sayıdaki taksiye denk gelmeyi umarak, otostop yaparak ya da bir otobüse denk gelerek bu yolculuğu daha ucuza getirmeye çalışabilirsiniz ancak gece dönüşünü de daha kolaylaştırması itibariyle bu shuttle olayının kolaylaştırıcı olduğunu söyleyebilirim.

Eski limanda indikten sonra tur rehberleri otobüs dönüşlerinin nereden hangi saatlerde yapılacağına dair kısa bir bilgi verip adayla ilgili ipuçlarına geçtiler.



Bunlardan en önemlisi Avrupa Birliği üyesi vatandaşlar olmamamız sebebiyle kimi araç kiralama firmalarının ehliyetimizi kabul etmeyip araç kiralamaya yanaşmaması. Genel olarak bu durum bir şekilde hallediliyor ama yine de sorun yaşama olasılığınıza karşı aklınızda olmasında fayda var. Tur rehberi buna dair uyarılarını yaparken arkalardan ensesi kalın bir abinin: "Kriz var Yunanlar aç. Ne demek araba kiralamazlar, hepsini kiralayacaklar." şeklindeki tavrı görgünün ve insanlığın parada, konumda, giyimde kuşamda olmadığını bizlere bir kere daha hatırlattı.

Mykonos, benim daha önce ETS ile geldiğim tipik bir Ege kasabası. Merkezinin dizilimi ve tipi Bodrum'u oldukça andırıyor. Beyaz evler, dar sokaklardan oluşan "barlar sokağı", gece hayatı, deniz, güneş...



Bu haliyle bizim Ege sahillerimizin daha özgür ve temiz versiyonu diyebiliriz Mykonos için. Çılgın partilerine ise sonra geleceğiz (:

Bengi ile fotoğraf çeke çeke sahildeki şapelin yanından önce henüz inin cinin top oynadığı barlar sokağına, oradan yeldeğirmenlerine doğru yürüyüşe başlıyoruz. Mykonos'un tam anlamıyla rüzgardan uçtuğunu söylesek yalan söylemiş olmayız. Bengi yürüyüşünün büyük bölümünü kafasındaki şapkayı sabitlemeye çalışarak geçiriyor.




Yeldeğirmenlerinin yanından yokuş yukarı çıkıp otobüslerin kalktığı minik meydana varıyoruz.



Nereden bilet alsak diye hayıflanırken bir kez daha parayı otobüs şoförüne verebileceğimizi öğrenip günün ilk kısmını geçirmeyi planladığımız Piatis Gialos otobüsüne doğru yürürüyoruz. Bu esnada gözümüze otobüs bileti aranan 4'lü 5'li Türk eşcinsel grupları takılıyor. Mykonos'un bir özelliği de eşcinsellere karşı çok hoşgörülü olması. İstanbul'da malesef bu kadar rahat dolaşamayan bu arkadaşların rahatlığı ve yüzlerindeki gülümseme görülmeye değer.

Otobüse binmemizle 5-6 tane Afrikalının apar topar önümüzdeki koltuklara kurulduğunu görüyoruz, bu onlarla son karşılaşmamız olmayacak (:

Çok kısa bir yolculuğun ardından minik bir sahil semti olan Piatis Gialos'a varıyoruz. Plajın hemen başında bulunan ve Tripadvisor'da övgüyle söz edilen Avli Tou Todori'nin oldukça şık görünen şezlonglarına doğru yöneliyoruz. Bir görevli bizi karşılayıp öğle yemeği için rezervasyon yaptırmamız halinde şezlong parası alınmayacağını deklare ediyor. Zaten en başından beri burada yemek yemeyi planladığımızdan mutlulukla kabul ediyoruz.



Mykonos merkezindeki sert rüzgardan Piatis Gialos'ta eser olmaması bizi fazlasıyla mutlu ediyor. Deniz koy boyunca yatmış vaziyette, kum, berrak deniz ve güneş güzel yüzünü gösteriyor.



Bengi her zaman olduğu gibi bir frappe siparişi veriyor. Şezlonglara kurulduktan 5-10 dakika sonra otobüste karşılaştığımız Afrikalı arkadaşlar sahte Gucci, Prada çantalar, saatlerle çıkageliyor. Şezlong şezlong gezip bunları pazarlamaya çalışıyorlar. "Bunları kim alır yahu" diye düşünüyoruz uzun uzun ancak orada yaptıkları tek satışın 1-2 saat sonra arkamıza gelecek kalabalık bir Türk grubuna olacak olması sonradan bizi şaşırtmıyor. Sahteyi, taklidi gerçekten çok seviyoruz.

Neyse, denize girip çıkıyoruz, su sıcaklığı gene çok soğuk sayılmaz bu beni oldukça mutlu ediyor. Ege'nin masmavi sularında kimi tropik gibü gözüken balıklarla yüzdük desem yalan olmaz. Hoş benim denizden erken çıktığım bir seferinde Bengi yüzünde acı dolu bir ifadeyle şezloga yürüyüp kendisini bir balığın ısırdığını söyledi. Dünya üzerinde Ege'de küçük bir balık tarafından ısırılacak biri varsa bunun Bengi'den başkası olamayacağını bildiğimden kendisine hak verdim. Zaten derisinde de mini bir ısırık izi mevcuttu.

Sahil boyunca da yürüdükten sonra öğlen saatlerinin gelmesiyle restorandaki masamıza kuruluyoruz. Yunan Adaları klasiklerinden ızgara kalamar, ızgara ahtapot, haşlanmış soslu midye, musakka ve 2 bira söylüyoruz.

Eğer Mykonos'a geldiyseniz hem denize girmek hem de yemek yemek için Piatis Gialos'taki Avli Tou Todori kesinlikle kaçırılmaması gereken bir yer. İnanılmaz lezette bir ahtapot (tabii ki güneşte kurutulmuş), nefis bir bütün ızgara kalamar, beyaz şarap - taze soğan ortaklığında sulu sulu kabuklarıyla haşlanmış nefis midyeler ve bizimkinden farklı olarak güveçte kat kat hazırlanarak fırınlanan musakka yanlarında buz gibi iki birayla bize cennetin kapılarını açtı.







Türkçe çevirisi "Todori'nin Terası" olan bu yemeğe, meyve ikramı ve Bengi'nin frappesi dahil 62 Euro ödedik. Mykonos'un tüm Yunanistan'ın en pahalı yeri olduğunu ve sunbed fiyatı da alınmadığını düşünürsek bu görece fazla hesaba çok şaşırmadık.

Ancak o kadar harika bir lezzet vardı ki yine olsa yine koşa koşa gideriz.

Mykonos'ta birçok farklı güzel plaj var. Özellikle akşamüstü partileriyle ünlü Paradise Beach ve Super Paradise Beach'e deniz yoluyla ulaşmak isteyenler için Piatis Gialos'tan belli aralıklarla motorlar kalktığını önceden tespit etmiştik. Yemek sonrası yine denize girip Avli Tou Thodori'ye veda ettik.





Yanlış hatırlamıyorsam kişi başı 4 ila 6 Euro gibi bir para verip istediğiniz koyda inebileceğiniz bu motorlara binebiliyorsunuz. Havanın rüzgarlı olması sebebiyle koyun açıklarında motorun oldukça sallandığını söyleyebilirim. Yine de sağ salim koyları geçip yaklaşık yarım saat sonra Super Paradise'a yanaşıyoruz. Kimi koylarda tıpkı Piatis Gialos'ta olduğu gibi motorun yanaşabileceği iskeleler mevcut. Super Paradise bunlardan birisi değil, motorun burnundan motor merdiveniyle kıyıya inmeniz gerekiyor.

Super Paradise'ta sunbedlerin tıka basa dolu olduğunu görüp koyun sırtınızı karaya verdiğinizde sağ tarafındaki işletmesiz alanına doğru yürüyoruz. Bu alan çoğunlukla çıplak güneşlenenlerin havlularını atıp denize girdiği bir alan.





 Özellikle yaşlı teyzeler ve amcalar çırılçıplak güneşlenip denize giriyorlar. Başta tuhaf gelse de 5 - 10 dakika sonra duruma alışıyorsunuz. Tıpkı Lindos'ta olduğu gibi burada da üstsüzlere hatta ve hatta çıplaklara karşı en ufak bir rahatsızlık verici ortam yok.

Bir müddet güneşlenip denize girdikten sonra motorun Piatis'e dönüş saatini kaçırmamak için koyun merkezine doğru yürüyüp müziğin sesinin arttığı parti ortamına bir göz atmaya karar veriyoruz.



Saat henüz 4-5 olmasına rağmen adeta bir club havasına bürünmüş plaj ve plaj barlarında masa üstünde bikinili kızlar ve etraflarında çılgın bir kalabalık dans edip içki içiyorlar. Bir müddet bu eğlenceyi seyredip, Bengi'nin kaslı bazı yakışıklı çocuklarla ilgili övgü dolu sözlerini dinleyip motorumuza tırmanıyoruz.

Oldukça gürültücü bir İtalyan aile 30 dakikalık yolculuk boyu gerek kendi aralarındaki sohbetleri gerek etrafla muhabbetleriyle beynimizi şişiriyor. az önce plajda tam kadro çıplak güneşlenen 50 yaşlarındaki bir abinin de giyinip beyefendi karşımıza oturup teknede yer alması da enteresan başka bir detay.

Yine yarım saate yakın bir yolculuktan sonra Piatis Gialos'a dönüp iskelenenin 2 dakika uzaklığındaki otobüs durağına ulaşıyoruz.

Otobüs kalkış vaktinden kısa süre sonra dolup kalkmasına rağmen yolun neredeyse ortasına park edilmiş bir ATV sebebiyle dar sokakta manevra yapıp dönemiyor. Çevreden gelenlerin de yardımıyla ATV kaldırılıp taşınıyor.



Mykonos merkezdeki niyetimiz gün batımını yeldeğirmenlerinde seyretmek. Merkezdeki marketlerden birinden bir iki bira alıp yeldeğirmenlerine doğru yürüyoruz. Rüzgar yiine olanca gücüyle eserken birçok turist de tepede yerini almış vaziyette.



Bu esnada sallana tengellene yürüyen birkaç kadın görüyoruz uzaktan. Mykonos'un taş sokaklarında 5 cm topukla dolaşanların (daha doğrusu dolaşamayanların) yine biz Türkler olması şaşırtıcı değil.

Gün batımı toplu alkışlarla uğurlanırken biz de akşam yemek yiyebileceğimiz güzel bir restoran bulma umuduyla elimizdeki listedeki mekanları dolaşmaya başlıyoruz.



Tripadvisor ve bir takım bloglardan derlediğimiz restoranlardan Fato El Mano gerek Mykonos şartlarına göre daha uygun fiyatları gerekse yer bulma probleminin bir nebze daha az yaşanacağı düşüncesiyle seçimimiz oluyor.

Akşam yemeği öncesi üst baş değiştirmek için shuttlela gemiye dönüp yine shuttle'la Mykonos'a dönüyoruz. (bir kez servis alınınca istediğiniz kadar kullanabiliyorsunuz)

Fato el Mano, hemen her Mykonos restoranı gibi eşcinsel müşterilerin ağırlıkta olduğu, küçük bir bahçesi olan hoş bir restoran.

Burada öğlen bayıldığımız soslu midyeler
Izgara mantarlar (Daha önce Santorini'de deneyip çok beğenmiştim)
Fırında feta peyniri
Küçük Ouzo
Karışık deniz ürünleri tabağı (kalamar, midye, somon, kılıç balığı)

söyledik. Özellikle mantarın ve karışık deniz ürünleri tabağının vasat olduğunu söyleyebilirim. Hayal ettiğimiz kadar lezzetli değildi açıkçası.





İkram meyvemizle beraber 2 kişi tüm bu menüye 71 euro ödedik.

Fato el Mano'dan çok memnun ayrılmasak da siz belki bir şans daha verebilirsiniz.

Git gide kalabalıklaşan Mykonos ara sokakları mini sanat galerileri, hediyelik eşya dükkanları, barlar, dondurmacılar ve restoranlarla dolu. Yunanların en büyük özelliği sunumlarında her zaman estetiğe özen göstermeleri. Bu yemeklerinde de dükkanlarında da böyle. Bodrum'da göremediğimiz bu sanatsal havayı böylesine ufak bir Ege adasına taşıyıp, özgürlükçe kimliğiyle dünyanın tatil merkezlerinden biri haline getirmeleri de dolayısıyla tesadüf değil.

Geçen gelişimde oldukça sakin olan deniz bu sefer azgın olduğundan gece hayatının yoğunlaştığı Caprice gibi mekanların denize bakan kısımlarında sandalyelerde oturmak mümkün olmuyor. Henüz saat 12'ye yaklaşmakta olduğundan pek kalabalık olmayan Caprice'e oturup 2 bira söylüyoruz (16 euro ve evet pahalı ;))

Yan masada 16- 17 yaşındaki 2 kızla 2 çocuğun flörtleşme hallerini incelemeye başlıyoruz. Birkaç dakika sonra iki genç çocuğun Türk olduğunu farkediyoruz. Her ne kadar içimizden yürüyün yiğitler desek de gecenin sonunda kızlar bizim çocukları ekip eve dönüyorlar.

Saat 2 gibi birkaç gece mekanına daha uğrayıp bir şeyler içip gemimizin yolunu tutuyoruz.



Mykonos, sadece hareketli gece yaşantısı için değil gündüz plajları ve yemekleriyle de tüm gününüzü ayırmanız gereken bir ada. Buranın Santorini'yle birlikte diğer Yunan Adalarına göre oldukça pahalı olacağını unutmayın. Özellikle saat gece 2'den sonra iyice hareketlenen gece hayatı, daracık sokaklarındaki mini mizansenler, rahatlık, hiçbir barda kapı önünde bouncerların bulunmayışı - çünkü insan profili sebebiyle gerek de olmayışıyla özgür - rahat - keyifli bir ada. Bu adaya yazın Atlasjet ve Borajet'in de düzenli seferler yaptığını hatırlatalım.

Gezinin 2. günü için tıklayınız

4 Nisan 2013 Perşembe

Rodos - Mykonos - Santorini 2. GÜN


gezinin 1.günü için tıklayınız

4 gecelik Rodos tatili notları için burayı tıklayınız

RODOS

Sabah saat 9 sularında Rodos'a yanaşacağımızdan öncesinde Bengi ile sabah kahvaltısı için en üst kata çıktık.
Açık büfe şeklinde dizayn edilmiş olan üst katta yeterince çeşit mevcut. Yiyeceklerin kalitesi ise genel Yunan Adaları Cruiseları seviyesinde: kötü değil, ama lezzetli mi desen pek lezzetli de değil. Standartlarınızı ve beklentilerinizi düşük tutarsanız mutsuz ayrılmazsınız.



Rodos'taki liman işlemleri çok uzun sürmedi. Gemiden ayrılmadan önce kapıda dağıtılan haritalardan birini de yanımıza alıyoruz. Limanda 1-2 dakika yürüdükten sonra surlarla çevrili olan "Old Town"'ın kapılarından birinden içeri girdik.



Rodos Old Town, halen Orta Çağ'daki mimarisini kaybetmeden içine dükkanlarını serpiştirmiş görülmeye değer bir yer. Her an bir sokaktan St. John şovalyeleri fırlayacak gibi duruyor. Biz beklentilerimizi Rodos için biraz düşük tuttuğumuzdan bu atmosfer oldukça hoşumuza gitti. Daracık ara sokaklara dalıp adeta tarihi bir bilgisayar oyunundaymış gibi hissedebiliyorsunuz kendinizi.



Yine kedilerce işgal edilmiş dar sokaklarından birine daldığımızda diğer kedilerin biraz uzağında durup bize hiç kıpırdamadan dehşetle ve düşmanca bakan kediyi görüp ürktük. Ben ki 13 - 14 yıldır kedi bakıyorum, bu kadar düşmanca bir tavır görmedim. Meğer hayvanın bizle derdi yokmuş, büyük tuvaleti bitince kasları gevşedi - yüz ifadesi rahatladı.

Sabah saat 9 olmasına ve bizimkinin haricinde başka bir cruise gemisi Rodos'a yanaşmış olmasına rağmen dükkanların yeni yeni açılıyor olması sanırım en sık Yunanistan'da görebileceğiniz bir hareket. Kınıyor muyum deseniz, kınayamıyorum da aslında, insanlar dünyanın en güzel coğrafyalarından birinde hayatlarını yaşıyorlar.



Sıcağın da etkisiyle birer frappe içebilmek adına Old Town merkezdeki Palazzo'ya oturuyoruz. Bengi zaten Yunan Adaları'nda öğleden önce frappe içmezse kesinlikle rahat edemiyor. O esnada ben de biraz haritayı kurcalıyorum. Palazzo'nun Yunan sahibi bizimle tatlı bir sohbete koyuluyor. Türk olduğumuzu duyunca mutlu oluyor. Haritada bulunduğumuz yeri ve gitmemiz gereken yerleri gösteriyor.



Biri dondurmalı iki frappe için 10,20 € hesap geliyor. Paralar o sırada Bengi'de durduğundan ödemeyi o yapıyor. Yunan sahibi çat pat İngilizcesiyle "Is she boss?" (patron o mu) sorusuyla takılıyor. Olumlu yanıt alınca "hoş, bizim evde de patron hanım" diyerek bizi uğurluyor. (20 centi de almadı bu arada)

Rodos Old Town'da görülmesi gereken en önemli yerlerden biri "The Street of Knights" (Şovalyeler Sokağı) olarak bilinen ve her ülkenin kendine ait hanlarının bulunduğu sokak. Bu sokak aynı zamanda son derece görkemli bir yapı olan Büyük Üstadın Sarayı'na da açılıyor. Hem sıcağın etkisiyle hem de zamanımıza da güvenerek ilk denememizde bulamayınca sonra bulmak kaydıyla Old Town'dan çıkıp yeni şehire doğru yürüyoruz.



Yeni şehir, eski Rodos'tan tamamen farklı, bildiğimiz bir kıyı ilçesi. Yüksek katlı binaları, otelleriyle de oldukça şehirleşmiş bir nokta. Şehrin yeni limanı "Mandraki" (mendireğe olan fonetik benzerliği de ilgimi çekmedi değil) bolca heykeliyle buranın merkezini oluşturuyor. Zamanında Rodos Heykeli'nin bulunduğu rivayet edilen alan da görülüyor.

Ortasındaki avlusuyla "New Market" da merkez için bolca dükkanın olduğu hareketli bir alan. New Market'te yürürken Türk olduğumuzu anlayan restaurant hanutçuları, henüz 1-2 saat öncesinden bizleri Türkçe öğlen yemeği yemeğe davet ediyor.



New Market'ta Bengi'ye üzerinde deniz kabuklarından yapılmış aksesuarları olan bir hasır şapka alıyoruz. Rodos merkeze 1 saat kadar uzaklıktaki bir kıyı kasabası olan Lindos'u da görmek istediğimizden hemen New Market'ın arkasından kalkan otobüsleri inceliyoruz. 11'deki otobüsü gözümüze kestirip arda kalan zamanımız için Mandraki boyunca yürümeye karar veriyoruz.



Bir gölgede dinlenmekte olan Erhan ve Özlem'e rastlıyoruz. Onlar da Lindos'a gelmeyi düşünüyorlar. Bir ihtimal gelirler diye otobüs saatini söyleyip yanlarından ayrılıyoruz. Limanın kuzeyine doğru çıkıldığında, Türkiye'ye doğru bakan kısımda oldukça temiz bir plaj göze çarpıyor. Bizdeki uygulamanın aksine şezlongların denize doğru değil güneşe doğru çevrilmiş olması ilgimizi çekiyor.



Sokaklarda biraz daha yürüdükten sonra koşaradım otobüsümüzü yakalamak üzere New Market'e doğru yola çıkıyoruz.

Otobüs için bilet gişesinde sıraya geçiyoruz ama gişe memuru bilet almamıza gerek olmadığını, otobüsün içinde de ödeyebileceğimizi söylüyor. Yarım saatte bir kalkan otobüsümüze böylelikle yetişiyoruz. (5 €)

Otobüsün içinde klima çalışmasına rağmen gene de pek serin bir ortam yok. Özellikle güneş alan pencerelerde sauna ortamı yaşayabiliyorsunuz.

Lindos

Köylere ve plajlara gire çıka, manzaraya baka baka yaklaşık 1 saat 15 dakika sonra Lindos'a varıyoruz. Ünlü kalesi büyükçe bi tepeden bizlere bakıyor.



Otobüsün bıraktığı yer Lindos'un hemen üstü. Dik bir yokuştan aşağı inerek kasabanın içine doğru yürümeniz ya da otobüsün bıraktığı alanda bulunan Mercedes taksilere binmeniz gerekiyor. Biz yokuş aşağı inecek olmanın avantajını kullanarak yürüyerek kasabaya doğru iniyoruz.



Dik yokuşu indikten sonra mini bir meydana geliyorsunuz. Sol yokuştan aşağı inerseniz halk plajının büyük kısmına, sağ tarafa doğru yürürseniz kasabanın içine giriyorsunuz.



Daracık sokaklardan oluşan kasabada takıcılar, sandviççiler vb. turistik dükkanlar göze çarpıyor. Kasabanın içinden geçip, plajın daha dar kısmına gitmek isterseniz çoğu Yunan adasında rastlayabileceğimiz eşek turlarını da tercih edebilirsiniz. Biz Bengi ile bu eşekli aktivitelerden pek hoşlanmadığımızdan tabanları yağlıyoruz.



Dar sokaklardan inerek, eşek pisliğine mümkün mertebe basmayarak küçük plaja doğru yürüyoruz. En az 20 - 25 metreden denizin dibini görebileceğiniz bu berrak kum plaj, geçen yazın en güzel, en kendine çağıran deniz performanslarından birini sundu bize.




Ancak oraya gelmeden önce karnımızın gurultusunu bastırmak amacıyla plaj kenarındaki hoş restoranlardan birine kurulduk.

Mare Mare adındaki beyaz mobilyalı güzel ve rahat restoranda 2 tane buz gibi Mythos bira (ki ben çok beğendim bu Yunan birasını) bir ahtapot ızgara, bir de sarımsaklı karides söyledik.



Ahtapot ızagara, ülkede yediklerimizden çok farklı. Çünkü bizde malesef ahtapotları yumuşatmak için önce haşlayıp daha sonra ızgara ya da tava haline getirip sunuyorlar. Genelde küçük ahtapotlar olduğundan bacak bacak sunuluyor. Yunanlar ise ahtapotu en az 3 gün güneşte kuruttuktan sonra mangal ateşinin üzerine atıp itri bacaklarınu ya dilimleyerek ya da bütün bırakarak tabağınıza çok hafif ekşi soslarla sunuyorlar.



Bu tam bir lezzet patlamasıdır.




Tüm bu yemeğe 2 kişi 23 € ödeyerek Mare Mare'den ayrılıyoruz. Bu hesabın anakara Yunan lokantalarına göre bir parça yüksek olduğunu söylemek gerekir, yalnız konumu ve yeri gereği, sunulan lezzeti de dikkate alırsak bize hiç koymadı açıkçası.

Mare Mare'den çıkınca muhteşem denizle kucaklaşmak için plaja girdik. Plajda şezlonglar kiralanıyor. 2 sunbed + şemsiye günlük 8 euro. Aslında plajda uzun saatler geçirmeyeceğimiz için şezlong kiralamak çok mantıklı değil. Ancak 2 kişi seyahat etmenin sıkıntılarından birisi denize gireceğiniz zaman eşyalara sahip çıkacak kimsenin olmaması. Plajda şezlongların uzağında bir kaya altına eşyaları bırakacağımıza 1 sunbed ve bir şemsiye kiralayarak (4 €) hiç olmazsa eşyalar görevlinin gözü önünde bir parça daha güvenle yüzebileceğimizi düşündük.

Denizin sıcaklığı buz gibi su sevmeyen benim için son derece ideal ve tertemizdi. Gönlümüzce yüzüp serinledik.



Şunu da eklemeden geçemeyeceğim, mankenlere taş çıkaracak güzellikte kızlar üstsüz bir şekilde plajda güneşleniyor ya da denize giriyorlar. 1 kez ya da 2 kez bakıp kendi yaptığınız işe dönüyorsunuz. Çünkü bu gerçekten de anormal bir durum değil, rahatsız eden, askıntı olan, dik dik bakıp kumda eşelenen akıncılar grubu vs. yok.

Denizde zamanımız dar olduğu için bir 10-15 dakika kalıp kurulanmak, ıslak mayoları vs. değiştirmek amacıyla şezlonglarımızın yanına gittik.

Acaba buradan otobüsle falan hiç uğraşmayıp direkt olarak tekneyle Rodos'a dönebilir miyiz diye etrafa sorup soruşturduk ancak yolculuk ortalama 3 saat süreceğinden vazgeçtik. Çok keyifli bir yolculuk olabileceğini, zamanı olanların muhakkak denemesi gerektiğini şimdiden ekleyeyim.

Her ne kadar içimizde de kalsa, saat 16:00 gibi botlara binmeye başlamamız gerektiğinden merkeze doğru yürümeye başlıyoruz.

Kasabanın içinden geçerek otobüslerin bulunduğu alana yürümemek adına meydandaki Mercedes'lerden birine bizi yukarı atması için rica ediyoruz. Zaten bunun için bir tarife mevcut (4 €) Sıcakta diliniz dışarda yokuş tırmanmak istemiyorsanız ya otostop yapın ya da atlayın Merso'ya derim.

Otobüs biletlerimizi alıp sıraya girip otobüsün açılmasını beklemeye başladık. Şoför otobüsün kapısını açmasına rağmen yolcuları içeri almadı. Millet "hay huy" edince "içerisi sauna gibi nefessiz kalırsınız, 10 dakika bekleyin bir hava alsın" şeklinde açıklamasını yaptı. Bir süre sonra otobüse binince bu uyarının ne derece yerli yerinde olduğunu anladık. Resmen yumurta kırılsa pişirilecek vaziyette olan otobüsü soğutmak için havalandırma vb. de kar etmedi desem yalan olmaz. Yolculuk sırasında yaklaşık 30 dakika sonra otobüs kendine gelmeye başladı diyebiliriz.

Yine türlü plaj ve koylara uğramak suretiyle Rodos merkeze doğru yol aldık. Bu esnada bir plajda otobüse binen 7-8 Yunan gencin gürültüsünden beynimizin yandığını da söyleyebiliriz.

Rodos merkeze gelince kasabayı gezdiren mini trenin kalkmak üzere olduğunu gördük. Çok vaktimiz olmadığından pas geçtik ancak çoğu Yunan adasında bulunan bu aktivite de hoş olabilir.



Old Town'a doğru yürüdük ve Şovalyeler Sokağı'nı bulduk. Aslında sabah da tam karşımızda bir yerdeymiş ama dalıp geçmişiz anlaşılan.



Gerçekten görkemli ve uzun sokağın sonuna doğru aynı görkemde bir sarayla karşılaşıyorsunuz.



St. John şovalyelerinin büyük üstadının sarayı olan bu yapıya kısa bir ziyaret yapıp merkezde sandviç bulmak adına yola koyuluyoruz. Randımanlı bir sandviççi bulamayışımız sonrası sokaklarında gezinip gemiye doğru yürümeye başlıyoruz.

Rodos gerçekten beklediğimizden çok daha güzel, çok daha tarihi bir ada olarak karşımıza çıktı. Kendisine has bir dokusu olan bu adaya Marmaris'ten ya da Bodrum'dan günlük seferlerle de ulaşabilirsiniz.

Kelebekler Vadisi turuna vesairesine katılmayın, yemeğe, denize ve tarihe odaklanın. Pişman olmayacaksınız.

Gemiye vardığımızda akşam yemeğine kadar ufak bir uyku çektikten sonra A La Carte restorana hiç uğramadan en tepedeki açık büfeye doğru yola koyuluyoruz. Öncesinde harika manzara eşliğinde Ege'nin binbir rengi üzerinden güneşi aperatifler eşliğinde batırıp, ardından açık büfede çok da şahane olmayan yemeklerimizi tüketiyoruz.





Akşam şovun bir parçasını izledikten sonra soluğu İlker'in yanında aldık. İlker yine slow parçalar üzerinden iç parçalayıcı eserlere dalınca iyice bunalıp barmenimiz Jean'a dadanıyorum.

Jean, 1950 Amerikan filmlerindeki kısa boylu, orta yaşlı, şişman siyahi Amerikalı barmen formatında farklı kafalar yaşatıyor bize. Günün indirimi Tequila Sunrise'da olduğu için abanıyorum Tequila Sunrise'a. (4 €)

İlker bizi parçalarıyla intihara sürüklemeden gemide ufak bir gezintiye çıkıp odalara çekiliyoruz.

3.Gün için tıklayınız