14 Şubat 2014 Cuma

Amsterdam - 2010



Bengi, Doruk, Noyan, İrem, Ayşegül, Can ve Özge ile çıktığımız Amsterdam tatilimize aslında kuzenimiz Volkan da katılacaktı ama vizeye ret yediğinden gelemedi.

Biz 4 gün kaldık. Amsterdam çok güzel bir şehir sanırım, ağaçlar, kuşlar, köprüler falan herhalde çok güzel olsa gerek.

Aktaracaklarım bu kadar.


12 Şubat 2014 Çarşamba

Floransa - Siena - Bologna 2014 Yılbaşı 3. KISIM

2. kısıma dönmek için tıklayınız

5. Gün - Yılbaşı

Sabah oteldeki kahvaltıyı atlayıp köşedeki barda sandviç, espresso vb. tatlarla yöneliyoruz. Kişi başı 4-5 € gibi bir fiyatla bir sandviç bir espresso götürebilirsiniz.

Ardından taksiyle 8 € tutan Floransa'nın tepesindeki Piazzale Michelangelo'ya gidiyoruz. Burada da Academia'da orijinali sergilenen Davud heykellerinden birinin kopyası var. Bütün Floransa'yı ayaklarınızın altına seren çok çarpıcı bir manzarası var.






Etrafta fotoğraf çektirirken bir anda "Polizia!" seslerini duyduk. İlk defa İtalya'nın ünlü hırsızlarını görmüş olduk böylece. Yankesici İtalyanların biz İstanbul görmüş Türkler için ekstra bir numarası yok, biz zaten kendimizi kollamaya alışmışız. Ancak bir turist yankesilmiş bir şekilde bağırırken yankesici de Piazzale Michelangelo'nun altındaki kestirme patikaya girerek kayıplara karıştı işte. Siz de ne olursa olsun cüzdan vb eşyalarınızı iç ceplerinize koyup foto makinesi ve benzeri aparatlarınızı boynunuza asmayı unutmayın.

Piazzale Michelangelo'nun arkasında yine tüm Floransa'yı ayaklarınızın altına seren manzarasıyla San Miniato al Monte kilisesi bulunuyor.



Buraya doğru yürüdüğümüzde merdivenlerin altında "uyuşturucu ile mücadele" fonundan gençlerle karşılaştık. Klasik olarak İstanbul'dan geldiğimizi öğrenince "Galatasaray. Drogba Sneijder." mevzusu dönüverdi. Bizimle konuşan çocuk Napoli taraftarıymış. Cavani'nin gitmesine üzülmüş doğal olarak. 10'ar euroluk bağışta bulunduk.

Kilisenin içi gayet hoş, yalnız içeride özel aydınlatmalar için otomata para atılması böyle spiritüel bir yer için ucuz kaçmış diyebilirim.

Yine de görülmesi gereken bir kilise. Özellikle hemen önündeki manzarasıyla.




Buradan demin hırsızın kaçtığı yöndeki patikaya yönelip kalabalık gruplar halinde geçtikten sonra kanal boyundan yürüyüp o gün erken kapatacak olan Mercato Centrale'de eşe dosta ve kendimize alacağımız öteberi için yola koyulduk. Bir yandan da Nerbone'de sandviç götürmek vardı aklımızda.

Ancak Mercato Centrale açık olmasına rağmen dükkanlar yarı yarıya kapalıydı ve ne yazık ki Nerbone de bunlardan biriydi... O an o güzelim sandviçi tadamadığımız için yıkıldık. Umarım siz gider bizim yerimize denersiniz...

 Makarna, baharat, şarap, jambon vb. şeyler alıp dönüşte bir mağazadan Bengi'ye bluz bana da çanta aldıktan sonra otelimizin oradaki bir marketten panforte, peynirler vs. yüklenip yılbaşı gecesi dinç olabilmek adına klasik akşam üstü uykusuna çekildik.

Yılbaşı yemeği programımızı, bir mekana tıkılı kalıp, yılbaşı galası gibi bir programla mahvetmek istemediğimizden güzel bir yerde akşam yemeği yiyip ardından meydanlara akmayı uygun bulmuştuk. Yeniden Osteria Vecchio Vicolo'da yemek yiyelim dedik ama onlar özel program yapmışlar. Oldukça pahalı olduğunu görünce kanal kıyısına paralel olarak batıya doğru yürüdük.

Bu esnada yerin altında çok hoş bir osteria olan "Antica Osteria Rosso 1"'e denk geldik. İçerisi kırmızı ağırlıklı olarak süslenmiş ancak ek bir program yok.





Yılbaşına özel deniz ürünlü bir menü yapmışlar ama klasik menülerinden de istediğiniz şeyleri yiyebiliyorsunuz. Burası açıkçası bir aile işletmesi. Anne kasada gözüküyor ama hemen her yerde. Kızlar ve oğlan garson, baba bir yardımcıyla mutfakta. Çok da güzel yemek yapıyorlar açıkçası.

Restoranın tam ortasında şarküteri ürünlerinin durduğu bir alan var. Şarküteri tabaklarından birini seçince ailenin büyük oğlu gidip tabağımızı hazırlıyor. 1 litre şarapla birlikte oldukça güzel gidiyor...



Hemen yanımızdaki masaya yaş ortalaması 70 olan bir İtalyan anneler grubu oturunca da seçimimizin isabetli olduğunu o anda anlamış olduk.

Aperatiflerin ardından ben bu yolculukta yiyemediğim ama daima hastası olduğum cacio e peppe söylüyorum.



Bu spagettinin karabiber ve pecorino peyniriyle pişirildiği nefis bir makarna. Ben de evde pecorino'ya en yakın tat olan İzmir tulumuyla yapıyorum ama bizimkisi çok daha ağır kaçıyor tabii. Tarif isteyenler mail atabilir ;)

Bengi nefis bir deniz ürünlü risotto söylüyor.



Benim altın vuruş olarak söylediğim kırmızı şarapla soslanıp güveçte pişirilmiş et ise tek kelimeyle delirticiydi.



Tam altına etin suyu ve şarabın suyunu çeksin diye ekmek yerleştirmişler, üzerine de eti basmışlar ama et o kadar yumuşak ki çatalda dağılıyor neredeyse... Üfleye üfleye bayıla bayıla yedim. Bu geleneksel Floransa et yemeğinin yanında bir çeşit fasulye geliyor ama sirkelenip soğanlanmadığı için bana tatsız tuzsuz geldi (:


Yolculuğun üzerinden biraz geçtiği için burada tatlı söyledik mi hatırlayamıyorum. Aslında mutlaka söylemiş olmam lazım ama o kadar tıka basa doymuştum ki belki de söylememişimdir (:

Bizimle birlikte tıka basa dolu olan bu ufak restoranda ciddi bir havalandırma sorunu olduğunu söylemem lazım. Özellikle yaz aylarında gidiyorsanız dışardaki kısımda oturmanız daha mantıklı olabilir. Kışın ise özel günlerde kalabalık olacağı için sıkıntı yaşayabilirsiniz. Benden uyarması.

Saatler gece yarısına yaklaşınca klasik müzik konseri olacağını duyduğumuz Piazza del Signora'ya doğru uzanıyoruz. Sokaklar oldukça kalabalıklaşmış vaziyette. Hemen her meydanda farklı konseptte müzikler var. Tren istasyonunun bulunduğu meydanda ana kutlama ve pop konserleri, başka bir meydanda dj - club, bir başkasında jazz - funk; hemen her isteğe göre müzik var.

Ben sodayı basıp mideyi rahatlatırken Bengi de biraları çakmaya devam ediyor. 12'ye doğru konser başlıyor ama ses sistemi oldukça yetersiz kalıyor. Meydanın arkasına dek ulaşmıyor müzik. Bir de Dört Mevsim'den kısımlarla hareketli başlayan yılbaşı konseri oldukça durağan eserlerle devam edince 12'ye doğru havai fişek kutlamalarının gerçekleşeceğini düşündüğümüz Ponte Vecchio'ya doğru yürüyoruz.

Bu esnada hemen her İtalyan ya kız kaçıran ya da ses bombası patlatıyor. 5 dakikada bir patlayan ses bombalarından önce ürksek de sonra alışıyoruz.

Ponte Vecchio'da ciddi bir kalabalık toplanmış vaziyette. 10 dakika kala geldiğimiz köprüde bu süre zarfında etraftakilerle samimi oluyoruz.

12'de şampanyalar patlıyor, ses bombaları patlıyor köprüde. "Auguri!" diye bağırıyor tüm İtalyanlar. Meğer "kutlu olsun" anlamına gelen bir sevinç, kutlama nidasıymış. Biz de o an ne demek olduğunu anlamasak da neyi anlatmak istediğini çözdüğümüzden "auguri" diyerek içkilerimizi tokuşturuyoruz.

Tek tük havai fişekler atılıyor, oysa ki Floransa hele Ponte Vecchio'dan bakınca havai fişek gösterisine çok müsait bir yer. Piazzale Michelangelo ya da burası bir havai fişek gösterisinde nefis manzaraya sahip olur aslında ama bu açıdan hayal kırıklığına uğruyoruz.




Bir iki saat daha sokaklarda ve meydanlarda dolaştıktan sonra İtalyanların zıvanadan çıkmasıyla odaya dönüyoruz. Zira devamlı ses bombası ve şişe patlatmaca hali var. Devlet havai fişek atmayınca tüm İtalyanlar kendi fişeğini, ses bombasını kendi almış, kendi patlatıyor anlaşılan.

6. Gün  - Geri Dönüş

Kahvaltıdan sonra otelden ayrılıp tren garına doğru yola çıkıyoruz. Akşam uçağa binene dek Bologna'yı da az çok görmek niyetimiz.

Geliş yöntemimizle aynı şekilde dönüşümüzü gerçekletiriyoruz.  Prato aktarmalı vardığımız Bologna'da önce bavullarımızı en geç akşam 9'da kapanan emanete bırakıp şehre atıyoruz kendimizi. Yılbaşı ertesi hemen hemen tüm dükkanların kapalı olduğunu üzüntüyle görüyoruz.

Oysa sokaklar insan dolu. Zira turist ve tatil olduğu için Bolognalılarla dolu sokaklar. Piazza Maggiore'ye doğru yürüyüp ünlü Neptün heykelini, 1000 yıl evvel yapılmış İki Kule'yi ve  Palazzo d'Accursio'yu görüyoruz.





Küçük bir yer pazarı şekercisinden dev hindistan cevizli çikolata alıyorum. 300 gramlık bir Bounty gibi düşünün. Tamamını yiyemiyor, yarısını saklıyorum. Birkaç meydan daha gezdikten sonra öğlen saatlerinin gelmesiyle yemek yemek istiyoruz ama hemen her yer kapalı; kapalı olmayan yerlerde de yer yok. İşin fenası tuvaletimiz de gelmiş durumda ben şahsen altıma işemek üzereyim.

McDonalds'a girelim işeyelim diyorum ama tıka basa dolu olan McDonalds'ın tuvaleti görevlilerce bekleniyor, alışberiş yapmayan giremiyor. Benim sırf işemek adına alışveriş yapasım var ama sipariş sırası beklenecek gibi değil.

Sonunda oldukça lüks bir pastanesinin tuvaletine atıyoruz kendimizi ama orada da her iki katında da ciddi bir sıra var. Dakikalar sonra "taşmış" tuvalette ihtiyaç gideriyoruz.

Hiçbir restoranı açık bulamayınca, açık olan nadir yerlerden biri olan Clavature Clive T'de boş bir masaya oturuyoruz.

İtalya'da standartın altında yemek yemek için gerçekten çok uğraşmanız veya çok şanssız olmanız lazım. Sanırım biz ikisine de sahiptik ki buraya girdik.

Tuhaf dekorasyonu bir yana, bolonez makarnaya adını veren Bologna şehrinde Bengi'nin tercih ettiği spagetti bolognese gerçekten çok kötüydü. Makarna cansız bir şekilde öldürülmüş yerde yatıyor desem isabet olur. Bolonez sos deseniz kurumuş kan gibi tabağa saçılmış. Bu resmen bu canım yemeğin öldürülüşü, cinayetiydi! Yanında söylediğimiz ızgara sebze 4 parça kabaktan ibaretti ve gerçekten kötü pişirilmişlerdi.

Benim antrikotum görece daha iyiydi ancak bir de bu kadar kötü yemeğe pahalı ev şarabıyla beraber 40 küsür euro verince gerçekten canımız sıkıldı.

Yarı aç kalktık sofradan ve öğlen geçerken de hep tıka basa dolu olduğunu gördüğümüz dilim pizzacı (taglio) Pizzeria Due Torri'ye girdik. Bu tam İki Kule'nin arkasında yer alan bir pizzacı.

Keşke daha önce girip yeseydik! Sürekli sirkülasyonda olduğu için sıcacık dev pizza dillmleri, margaritası 1,5 €; üzeri malzemeliler 2 €.

Ben patlıcanlı bir pizza dilimi aldım; Bengi de etli domatesli... İkisi de o kadar nefisti ki doymamış olmayı samimi bir şekilde diledik. Hatta shuttle'a daha var mutlaka acıkırız burada yiyelim diye tasarladık. Bologna'ya gelen herkesin burada bir dilim pizza yemesini şiddetle öneririm!

Pizzayı yiyip meydana geldiğimizde meydandaki dev binalara yansıtılan çeşitli kabarcıklar olduğunu gördük. Bu kabarcıkların meydanda yerdeki bir mekanizmayla ilintili olduğunu ima eden bir düzenek kurulmuştu. Üstüne çıkıp tepindik ama bir şey olmadı.





Baby TV tarzı müziğiyle beraber takıldık bir süre orada ama o kadar saçma geldi ki beynimizi kaybetmeye endişe duyduğumuzdan oradan ayrılıp bir başka ciddi lezzet noktası olan Venchi'ye uğradık.

http://www.venchi.com/us/corporate/store/nome-negozio/

Venchi İtalya'da sıklıkla karşılaşacağınız köklü bir çikolata üreticisi. Kendilerine ait dükkana girip "Torta Millevoglie" adlı şaheseri tattığımızda adeta kendimizden geçtik.

Bu derince bir bardağın dibine çikolatalı browni döşenen, üzeri koyu ve oldukça kıvamlı bir sıcak çikolatayla doldurulan, en tepeye de krema boca edilen tam bir orgazmik yiyecek!

Aslında burada da yapılır bu neden kimse akıl etmiyor anlamış değilim! Tek kelimeyle nefis ve mutlaka denenmeli!

Bu acaip şeyden sonra meydanda bir yere oturup bir şeyler içtik. Akşamüzeri genelde İtalya'da içki alınan yerlerde açık büfeler kuruluyor. Bu açık büfelerden ücretsiz yararlanıp içkinizin yanına kanepe meyve gibi yiyecekler koyabiliyorsunuz.

Bir süre de burada geçirdikten sonra bavul teslim alma saatimizin de yaklaşmasıyla tren istasyonuna dönüp oradan havalimanının yolunu tutuyoruz. Bengi'nin Bologna'dan pek hoşlanmadığını da şehri arkamızda bırakırken belirteyim. Bence bunda hemen her dükkanın kapalı olmasının da etkisi vardı, ayrı.

Bagajımızı teslim aldıktan sonra shuttle'la yarım saatlik bir yolculuktan sonra Bologna'nın terkedilmiş hissini kusursuz şekilde yansıtan havalimanına vardık. Birkaç saatlik bekleyiş sonrası asla sıraya girmeyi beceremeyen ve 20 kiloluk hakkına 45 kilo sığdırmaya çalışan canım vatadandaşlarımız ve İtalyan polisinin "önce Türkler girecek onların uçağı önce kalkıyor" uyarılarına rağmen asla tınmayan Faslı kardeşlerimizin umursamazlığıyla birlikte hemen hiçbir için doğru yürümediği Bologna havalimanından ayrılıyoruz.

Şunu belirtmek lazım;

Her İtalya seyahati yemeği, kültürü, atmosferiyle çok farklı ve güzel geçiyor. Bu sebeple Yunanistan ile birlikte en favori destinasyonlarımdan birinin İtalya olduğunu söyleyebilirim... Bir de adam gibi gece hayatı olsa ;)


YAPIN

- Floransa'da mutlaka Uffizi Galerisi'ni ve aynı meydandaki Palazzo Vecchio'yu ziyaret edin, bir başka güne ise Academia'yı ve Palazzo Pitti'yi sıkıştırın. Özellikle Academia'daki Davud heykeli gerçekten büyüleyici.

- Ponte Vecchio'ya uğrayıp Arno nehrini uzun uzun izleyin.

- Deri düşkünüyseniz envai çeşit deri üründen bir tanesini satın alın.

- Yemek düşkünüyseniz kapalı gıda pazarı Mercato Centrale'ye mutlaka uğrayın.

- Floransa bifteğinin ve başta işkembe (l'ampredotto) olmak üzere sakatatların tadına bakın.

- Piazzale Michelangelo'ya çıkıp şehre bir de tepeden bakın.

- Günübirlik olarak Siena, Pisa, yazın Livorno, Terre Cenque, Lucca gibi yakın mesafeli güzel yerlere uğramaya çalışın.

- Siena'da mutlaka ama mutlaka La Taverna di San Giuseppe'de yemek yiyip; ardından Panorama del Facciatone'de fotoğraf çektirin.

- Siena Katedrali'ni gezin!

- Bologna'da Venchi'de tatlıyı İki Kule'de pizzayı kaçırmayın!

DUYDUK / GÖRDÜK YAP(A)MADIK

- Floransa'nın belki de bir numaralı görülmesi gereken yeri Duomo'yu gezemedik. (Çaktırmayın bazen bir daha tekrar gelelim diye böyle şeyler yapıyoruz ;)

- Pisa'ya trenle mini bir gezi gerçekleştiremedik. Zaman yetmedi.

- Mercato Centrale'deki Nerbone'de o canım sandviçleri hüpletemedik.

- Floransa'da irili ufaklı pek çok güzel müzeyi gezemedik.


Yazının tamamına erişmek için tıklayınız

Floransa - Siena - Bologna 2014 Yılbaşı 2. KISIM

1. Kısıma dönmek için tıklayınız

3. Gün

Sabah erken kalkıp ilk istikamet Academia'ya varıyoruz. Academia gerçekten de küçük bir müze, aslında tam anlamıyla eskiden Piazza della Signoria'da duran ünlü Michelangelo heykeli Davud'un sergilenmesi için kurulmuş.

Açıkçası, insanların karşısına sandalye atıp saatlerce izlediği bu heykel adına başlıbaşına bir müze kurulması şaşırtıcı değil. Dev heykel, insanı tuhaf bir etkiye alıyor. Gözünüzü alamıyorsunuz. Özellikle heykelin üzerindeki damar ve deri dokusu çalışmaları bunun bir şaheser olduğunu kanıtlar nitelikte...

Accademia kısa sürünce hızımızı alamayıp Palazzo Pitti'ye yani yeni saraya doğru yola çıkıyoruz. Ponte Vecchio'dan geçerken kanocuların nehirde keyifle kürek çektiğğini görüyoruz.





Oyalana oyalana, sokaklarda geze göre öğlen saatlerinde varıyoruz Palazzo Pitti'ye...



Yarım saatten fazla sıra bekleyeceğimizi farkedince Bengi sıra beklerken 2 tane koca dilim pizza açlığımızı bastırsın diye birkaç dakika yürüyüş mesafesindeki pizzacıdan 2 koca dilim pizza alıyorum. (dilimi 2,50 €)



Palazzo Pitti devasa bir yapı. Tamamını gezmeye karar verirseniz bir günü sabahtan akşama kadar geçirirseniz belki başarabilirsiniz. Biz kişi başı 13 €'ya iç kısımları içeren bir programın biletini aldık.

Son derece görkemli ve gösterişli bir saray Palazzo Pitti. Gezilmesi gereken bir yapı. Özellikle geniş yemek salonları ve birbirine bağlı sıra sıra kimi yatak odası olan salonlar çok gösterişli.

Pitti'nin sahip olduğu geniş bahçelerin zaten yeşille iç içe olan şehre ayrıca oksijen pompaladığını da belirtmek lazım. Biz de temiz havayı ve tepeye asılan şemsiyeleri takip ederek Via Romana üzerinde bir yürüyüş yaptık.




Ne var ki günlerden pazar olduğu için pek çok dükkan kapalıydı. Gezi Parkı direnişi ve Büyük Lebowski burada da karşımıza çıktı. (:




Uzun sayılabilecek bir yürüyüşten sonra akşam üstü dinlenmesi için otele döndük. Hep söylerim, dünyada müze gezmek kadar yorucu olay azdır.

Akşam yemeği için çok övülen Osteria Vecchio Vicolo'ya gidelim dedik ama tıka basa doluydu. Oradan öğlen Pitti dönüşü gözümüze çarpan ve bol restoran bulunduran sokaklardan birine yöneldik. Yer bulabildiğimiz Ristorante Toto'ya oturduk.

Baştakli klasik bruschettalarımız adına yakışır biçimde lezzetliydi. Adeta 1 kilosunun kıyıldığı leziz taze domatesler ön plana çıkıyordu.




Her ne kadar Toto'nun tüm pişirme yükünü çeken şefimiz arkada Floransa biftekleriyle şovunu yapsa da ben bu sefer lazanya söyledim, Bengi de porchini soslu gnocchi.





Benim çok sevdiğim, bir çeşit patates makarnası olan gnocchi burada oldukça standarttı. Benim lazanyam ise fırın güvecinde pişirilmiş, müthiş sıcak ve oldukça lezzetliydi. Yanında ben yarım litre kadar şarap içtim, Bengi ise bu sefer tercihini biradan yana kullandı. Yemeği limonlu sorbe ve tiramisu ile sonlandırdık.




Bu arada şunu söylemem lazım, en standart tiramisuları bile burada "benim" diyen tiramisucunun ürününe beş basar. Burada 40 € civarı bir hesap ödedikten sonra sokaklara daldık yeniden. Bir kiliseden gelen kilise orgunun peşine takılarak içeri daldık. Oldukça yüksek sesle ve tüyleri diken diken eden bir yapısı var.



Burada biraz vakit geçirdikten sonra bizim otelin sokağında bulunan The Lion's Fountain'a uğradık.




Burası da tahmin edebileceğiniz üzere bir pub. Sonrası tabii ki Hotel Bavaria.

4. Gün

Bugün kahvaltı sonrası rotamızı Siena'ya çevirdik. Siena'ya trenle de gidebilirsiniz ancak tren şehir merkezinin biraz dışında bıraktığından hemen herkes otobüsü tercih ediyor. Otobüs garı tren istasyonunun meydana bakan kısmının sağ çaprazında arada yer alıyor. Bulunması biraz zor olduğu için meydanda birilerine sorup yönelmenizi öneririm.

Busitalia'da biletler aynı gün alınıyor. Siena'ya "Rapida" yani hızlı ve direkt seferlerle gidiş yaklaşık 1 buçuk saat sürüyor ve yaklaşık 8 Euro'luk bir maliyeti var. Şehrin merkezinde indirdiği için oldukça avantajlı ancak bizim otobüs firmalarımızdaki kalitenin çeyreği Busitalia'da yok. Burada da otobüsün içinde biletinizi makineye okutup işletiyorsunuz ve tangır tungur eski otobüslerde hız yapan şoförlerle ulaşıyorsunuz Siena'ya.

SIENA

Siena tepesi, yokuşu bol bir şehir olarak göze çarpıyor. Oldukça ufak ve eski kısmı ortaçağ izlerini taşıyan yeşillikler içindeki bir şehir. İner inmez bir alt geçitte bulunan ofisten dönüş biletlerimizi alıyor ve 5 dakikalık yürüyüşle şehir meydanına varıyoruz.



Piazza il Campo adlı tarihi ve eğimli meydanı, geleneksel olarak yazın yapılan ve Palio de Siena adını verilen ortaçağdan beri süregelen tehlikeli at yarışında karnaval havasını yaşıyor.




Meydana bakan kulesiyle Tower of Mangia ve Mangia Müzesi yine gezmek için güzel bir alternatif. Yalnız kule merdivenlerine girerken üstünüzde ek bir çanta vb. bir şey olmamasını sıkışma tehlikesini önlemek adına yanınıza almamanızı istiyorlar. Ne var ki bu çantalar için bir emanet / kasa mekanizması da yok. Dolayısıyla çıkmadık.

Biz de onun yerine kırmızı ve ortaçağ kokulu Siena sokakların dalıyoruz. Doğayla iç içe bol yokuşlu bu şehir oldukça huzurlu ve sakin bir karaktere sahip.







Sokaklara dala çıka Siena'nın bir numaralı restoranı La Taverna di San Giuseppe'de alıyoruz soluğu.

Burası sadece Siena'nın değil, benim bütün İtalya'da yediğim en güzel yemek deneyimlerinden birini sağlıyor bize.

Mahzenden bozma bu taverna öğlen saatlerinde bile oldukça dolu.

Bengi gezide ilk defa et tercihinde bulunarak bonfile rica ediyor. Yalnız benim gibi eti pembe sevmeyen Bengi garsona etin iyi pişmesi için uyarıda bulunuyor. Benim tercihim ise bu defa adamakıllı yerim düşüncesiyle ragu soslu papardelle... Öncesinde fesleğen soslu püre ve şarküteri tabağı geliyor. Yanında da 1 litre kırmızı şarap.




Özellikle kendi ikramları olan fesleğen soslu püre nefis. Şarküteri tabağının özellikle peynirleri son derece lezzetli.

Bengi bonfilesine bayılıyor. Tam istediği şekilde pişmiş ve son derece lezzetli. Tüm Toskana bölgesinin ünlü et lezzetine uygun.

 Benim papardellem ise olağanüstü. Taptaze makarna, sosu ve etiyle tek kelimeyle nefis. Gideli aylar olmasına rağmen şimdi yazarken bile ağzımın suyu aktı.



Çok hoş bir karışık sebze tabağıyla birlikte indiriyoruz bunları mideye.

Arkasından gelen tiramisu ve Siena bölgesinin yerel tatlısı panforte de tek kelimeyle nefis.




Tiramisu için zaten söylenecek hiçbir şey yok. Panforte ise bir nevi "uçak yakıtı." Özel kekinin içinde fındık, tarçın vb. malzemelerle ağzınıza atar atmaz gözünüzü açıyor.

Mutlaka tatmanızı öneririrm. Floransa'da da paketli şekilde hediyelik olarak satılıyor.



Burada aşağı yukarı 60 €'luk hesabımızın sonrasında yüzümüze gülümsemeyle Siena Katedrali'ne doğru yola çıkıyoruz. Siena Katedrali'ne giriş ücretsiz. Ancak içindeki diğer alanlara giriş için 8 € gibi bir cüret ödemeniz gerekiyor. Biz panoramik görüntüyü de göreceğimiz şekilde paketi satın aldık.

Katedral gerçekten göz alıcı. Dışarısındaki ihtişamı içindeki siyah beyaz mermerlerle de perçinlemiş.




Takımı Siena da rengini buradan alıyor belki de. Yeri gelmişken dostum Umut Dülger'e Siena kaşkolu aradım fellik fellik ama bir türlü bulamadım. Koca şehirde Siena atkısı yoktu maalesef.




Katedral gezimiz sonrası Siena panoraması için Panorama del Facciatone'de sıramızı beklemeye başlıyoruz. İçindeki müzenin son katından 131 merdiven daha tırmanarak ulaşılabilen bu alana 25'er kişilik gruplarla çıkılabiliyor. Yaklaşık 45 dakikalık bir beklemenin ardından güneş de batmadan kızıl Siena manzarasının tadını çıkarıyoruz.





Facciatone'den inip müzenin geri kalan kısmını da gezdikten sonra dönüş yolculuğumuzun başlayacağı meydana dönüp yine eski otobüsümüze biniyoruz. Nitekim 30. dakikada otobüsümüz arızalanınca başka bir otobüse geçip yolu tamamlıyoruz.

Otele dönüp üstümüzü başımızı değiştirdikten sonra Palazzo Pitti'de dağıtılan bir el ilanı üzerine bir kilisede gerçekleşecek olan operaya doğru yol aldık.




Bir japon tenor bir piyanist ve bir japon kadın soprano ile ünlü operalardan kısımlar söylediler. Özellikle Japon tenor çok başarılıydı ama kadın sanatçı için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Operayı ezbere takip eden bazı lokal İtalyanlar genel olarak mutsuz ayrıldılar performanstan. Gösteri sonrası kalabalık koltuklardan kalkarken piyanoya gidip bir klasik müzik parçası çalan kadının ise çalmasına izin vermedi görevliler. Tam CeHaPe zihniyeti ;) Bırakın çalsın kadın. Kalkınca ayağa kalkmış olan ve durup bekleyen sanatseverler de piyano çalan kadını alkışladı.

Biz de karnımız aç bir şekilde yola koyulduk. Saat geç olduğu için osteria ve tarttorialar bizi almadılar. Bir barda (İtalyanların barları içinde sandviç vb. yiyecekler bulunduran şeffaf reyonlar) pek de bizi açmayan sandviçler yedik.

Ardından puba uğrayıp otele dönüş yaptık.

3. Kısıma devam etmek için tıklayınız