12 Şubat 2014 Çarşamba

Floransa - Siena - Bologna 2014 Yılbaşı 1. KISIM



Bengi ile yılbaşı için program yapmaya yine aylar öncesinde başladığımızdan yıl ortasından gidiş dönüş 80 Euro'ya Bologna biletini bulunca kaçırmadık.

Planımız Bologna'dan trenle Floransa'ya geçip orada yılbaşını geçirmek, günübirlik Siena ya da Pisa'ya gidip gezmek ve yine Bologna üzerinden geri dönmek üzerineydi.

1. GÜN

İstanbul Sabiha Gökçen'den 12:10'da havalanıp 2 saatlik bir uçuştan sonra Bologna'ya indik. İnmeden önce uzaklarda ufku kaplayan Alpler ise nefes kesiciydi. Göz alabildiğince bembeyaz dağlar ufukta bir duvar gibi yükseliyor.

Bologna Havalimanı uçulmasını tavsiye edebileceğim bir havalimanı değil. Hem gidişte hem dönüşte az insan çalıştırılmasından kaynaklı sıkıntılar yaşattı bize. Aslında İtalya'da genel olarak bir istihdam sorunu olduğu belli. Az kişiyle iş çözmeye çalışılıyor.

İnişimizle sadece bir (1) kişinin çalıştığı pasaport kontrolünden yaklaşık 300 kişi geçtik. Bu da bize daha ilk adımda 45 dakikalık bir bekleme süresi olarak yansıdı. Bu esnada sadece İtalya vatandaşlarının geçebildiği (EU değil) bir başka gişe ise neredeyse boş boş duruyordu, neyse ki sonlara doğru onu da devreye soktular. Bavullarımızı alıp havalimanının önünden kalkıp tren istasyonuna giden Aerobus'lara bindik. (6 €)

Otobüsün içinde ödeme yaptığınız Aerobuslarda size verilen kartla 75 dakika boyunca Bologna içi ulaşım araçlarını ücretsiz kullanabiliyorsunuz.

Uçakta bizimle birlikte gelen yaklaşık 20 kişilik bir kafile vardı. Sanırım bir yemek - mutfak atölyesi için gelmişler. Yanında ton balığı ve tost ekmeği taşıyan insanlar vardı, zorda kalırlarsa yerlermiş. İtalya'ya bir insan niye ton balığı götürür anlam veremedim.

Neyse; Bologna Tren İstasyonu, Kuzey İtalya'daki en ciddi tren kavşaklarından bir tanesi. Kaldı ki İtalya tren olayında zaten çok gelişmiş hemen her yere trenle bir şekilde varabilmeniz mümkün.



Gişelerde çalışanlar da var ama hemen herkes otomatik makineler vasıtasıyla bu işlemi yapıyor. İngilizceniz varsa oldukça basit. Gideceğiniz destinasyonu ve saati seçtiğiniz zaman o saatten başlayarak uygun trenleri ekran size listeliyor, siz de kişi sayısını seçip alıyorsunuz. Yalnız bu noktada size sadece "hızlı trenleri" gösterecektir sistem. Bunu aşmanız için listeleme sayfasında "Check All Solutions"a basıp "Regional" trenleri de görebiliyorsunuz.

Bizim Floransa trenimiz hızlı trenle kişi başı 25 Euro civarıyken bir aktarmalı bölgesel trenle "iki kişi" 15,80'e denk geldi. Bu bölgesel trenlerle bazı şehirlere aktarmasız olarak da ulaşabilirsiniz.

Paramızı ödeyip biletimizi aldık. Bilet aslında bir açık bilet. Yani o saat için kullanılacak diye bir durum yok. Genellikle 2 ay boyunca kullanılabiliyor (üzerinde yazıyor tarih aralığı İtalyanca da olsa) Burada önemli nokta ise -bizim atladığımız- trene binmeden önce etrafta duvara sabitlenmiş ufak makinelerden biletinizi "validate" etmeniz gerekliliği... Böylelikle biletinizi hangi saatte nereden kullandığınız biletinizin üzerine işleniyor.

Bir diğer nokta ise Floransa treni aktarmalı gidildiği için aradaki treni bulmak zor olabiliyor. Aktarma yapılacak yerin adı Prato. Dolayısıyla görevlilere de sorarak Prato trenini buluyoruz.

Sabahtan beri bir şey yemediğimizden, trene de 25 dakika kadar zaman olduğundan ben geri yürüyerek sandviç almaya çıkıyorum. Burada daha İstanbul'dan başlayıp devamlı hemen her şeyi yanlış yapan 4 kişilik o grupla imtihanım başlıyor.

İstanbul'dan uçağa binerken boarding sırasında önümüze geçmeye çalışıp personelden uyarı alan, ardından İtalya'ya giriş sırasında yine çaktırmadan yandan yandan önümüze geçmeye çalışan, bu yetmezmiş gibi aynı Aerobus'a düşüp 20 kişilik Türk yemekçi kafilenin ineceği kapının önünde çekilmeden durup insanların 5 dakikada ineceği durağı 10 dakikaya çıkaran, tüm bu gelişmeleri de alık alık takip edip aptalı oynayan Türki Cumhuriyetli ya da İranlı gibi 3 kadın ve 1 erkekten oluşan tuhaf bir ekip vardı yol boyunca.

İşte maalesef sandviç sırasında bu insanlar tam önümde olduğundan sandviçimi 15 dakikada alabildim. Çünkü önce paranın ödendiği ve karşılığında fişin alındığı, o fişle sandviçin edinildiği bir sistem var. Bu sistemi çözemedikleri için fiş sırasında önce hangi sandviçi alacaklarına karar veremediler, karar verdikten sonra görevliye anlatamadılar, görevliye anlattıktan sonra da yandan sandviçi alacaklarını çözemediler.

"Treni kaçıracağım bu nedir yahu" mealindeki serzenişimi haklı bulan İtalyan kasiyerler aradan siparişimi alıp beni yolladılar. Bu esnada bu tuhaf gruptan sıkılan İtalyanlar sandviçlerini kasaya getirtiyorlardı.

Bengi beni merak etmiş tabii ama ben neticede 4-5 dakika kala yetiştim.

Hava hafif kapalı ama Toskana bölgesine doğru gerçekten yeşil her rengiyle arz-ı endam ediyor. İki dağ arasından Reno Nehri, nehir yanında ise köyler ve tren yolu ilerliyor. Yaklaşık 30 dakika sonra Maurizio adındaki konrolör biletleri görmek için dolaşmaya başlıyor. Bizde bileti görüyor ama validation olmadığından bize bunu "validate" etmemiz gerektiğini, aksi halde ceza yiyebileceğimizi anlatıyor. Kendi üzerine kalemle gerekli bilgileri yazıp bir nevi elle "validation" işlemi yapıyor. Meğerse 40 euro civarı cezası varmış, turist olduğumuzdan Mauruzio Reis bizi anlayışla karşılamış.

Yaklaşık 1 saat sonra Prato'ya varıyoruz. Prato iniş - Floransa (Firenze) biniş arasında 7 dakika olduğundan çabucak ekrana bakıp 2 yan peronda bizi bekleyen Firenze trenine biniyoruz.

Prato'da yürüyen merdiven vb. bir durum olmadığından o peronları değiştirirken merdiven inip çıkmak zorundasınız, bu yolu takip edip ağır bagajı olan ya da yaş dolayısıyla acele merdiven çıkmak istemeyenlere duyururum efendim.

Prato Floransa'nın hemen dışında olduğundan yaklaşık 20 dakikada Firenze Santa Maria de Novella'da oluyoruz.

İki ayrı tren istasyonu var Floransa'da, ama merkez istasyon Firenze SMN olarak kısaltılan bu istasyon.

Burada indikten sonra bir harita alıp (Tourist Info kapalı - hem istasyondaki hem istasyonun bulunduğu meydanın karşısındaki) otelimize doğru yola çıkıyoruz.

Kaldığımız Hotel Bavaria, eski kentin tam ortasında 16.yüzyılda yapılmış Palazzo Ramirez Montalvo adındaki eski bir saraycığın 2. ve 3.katlarını işgal ediyor.



Şimdi böyle tarif ettim diye pahalı bir yer sanmayın, genellikle ortak banyo ve tuvalet kullanan odalardan oluşan mütevazi bir Bed and Breakfast burası. Ama tabii avlusu, geniş tavanları, enteresan mobilyaları ve duvar süslemeleriyle kendine has bir yer olduğu kesin.

http://www.hotelbavariafirenze.it/

Bu 1 yıldızlı tesiste kişi başı kahvaltı dahil mevsimine göre 20 - 40 euro aralığında kalabilirsiniz ki bu hem İtalya hem de Floransa standartları için oldukça makul bir fiyat.

Otelimize yerleştikten sonra merkezde olmanın keyfine vararak dar sokaklara vardık. Neredeyse ufacık ara sokaklar bile yılbaşı için ışıklandırılmış ve süslenmiş bir şekildeydi. Sonradan farkedeceğimiz üzere özellikle 5-7 arasında Corso üzerinde aşırı yoğunlaşan insan kalabalığını yara yara kendimizi ünlü köprü Ponte Vecchio'ya attık. Burası etrafı minik dükkanlarla donatılmış Arno nehrinin kartpostallara konu olan ünlü köprüsü.



Bir sokak sanatçısı akustik gitarla güzel şarkılar söylüyordu.


Oradan karşı kıyıya geçerek ilk gün için ön listeden yer seçmek yerine gözümüze hoş gözüken bir yere attık kapağı.

Il Ristoro dei Perditempo; Arno'ya sıfır konumda konuşlanmış koridor gibi uzanan bir yapıya sahip. Özellikle Toskanya'da daha fazla rastladığımız şarküteri dolabı hadisesi burada da mevcuttu.

Şansımıza boş olan cam kenarındaki iki masadan birini kapıp bir şarküteri tabağı, bir ribollita, bir ragu (bir nevi kıyma sosu) içeren pappardelle ve yarım litre şarap söyledik.

Bir floransa geleneksel yemeği olan ribollita, adına çorba dense de bizdeki tencere yemeği kıvamında sululukta bir sebze yemeği... "Yeniden haşlanmış" manasındaki adıyla dünden kalan yemeklerin içine ekmek atılıp yeniden pişirilmesiyle elde edilmiş çok eski zamanlarda.



İçinde ekmek, kabak, soğan, pırasa, havuç, karalahana, fasulye, domates, kereviz sapı, lahana, pazı gibi pek çok sebze bulunuyor. Son nokta olarak da çok hafif parmesan serpmişler.

Tek kelimeyle nefisti.

Ragu soslu papardelle ise Türkiye standartları için oldukça lezzetli, İtalya içinse vasattı. Şarküteri tabağında klasik olarak jambonlar ve peynirler vardı. En güzeli ise yarım litre şarabın 6 € olmasıydı sanırım.



Çok özenmediğimiz, biraz geçiştirme temalı olduğunu düşünürsek hoş bir yemek yedik.

Buradaki en ilginç anlardan biri restoranın işletmecilerinden birinin yanımıza gelip bizimle sohbet ettiği anlarda yaşandı. Hesap sonrası yanımıza gelen amca, nereli olduğumuz sorusunun yanıtını alınca "Geçenlerde de bir Türk gençle annesi buradaydı. Tek kötü şey; çocuk Galatasaraylıydı" yorumu yaptı. Benim de GS'lı olduğumu öğrenince asıl derdi ortaya çıktı; meğer Juventus'luymuş. Drogba ve Sneijder'e övgüler yağdırıp "Keşke hesaptan önce bilseydim GS'li olduğunu" diye takıldı bize. "Trabzon'u elersiniz" dedim güldü. Kah Fransızca kah İngilizce konuştuk abiyle. Hoş sohbet bir insan.

Yemek sonrası nehre paralel olarak biraz daha yürüyüp Piazza dei Frescobaldi'de hemen köprünün karşısında bulunan ve Floransa'nın en iyi dondurmacılarından biri olarak gösterilen Gelateria Santa Trinita'ya uğradık. Bengi zaten İtalyan dondurmalarına hasta... Soğuk havaya dayanamayıp hemen kaşıklamaya başladı. Ben özellikle susamlı dondurmasını çok beğendim. Kahveli dondurması da oldukça güzeldi.

Dondurma sonrası nehrin karşısına geçip, manzaraya dala dala kıyıdan geldiğimiz yöne doğru yürümeye başladık. Ponte Vecchio'nun yanından geçtikten kısa süre sonra solda sokak müzisyenlerinin sesini duyduk. Meğer ünlü Ufizzi Galerisi'nin önünden geçiyormuşuz.



Araya dalıp sokak sanatçılarını dinleyip kendisi de en az Ufizzi kadar sanat galerisi halini almış büyük meydan Piazza della Signoria'daki heykelleri inceledik. Özellikle Perseus heykeli ve ünlü Davud heykelinin kopyası göz alıcıydı.






Bu tarihi meydanda Ufizzi Gallerisi dışında Vecchio Sarayı da mevcut. Özellikle sarayın tepesindeki kuleye çıkıp şehrin manzarasını izlemek çok moda. Biz çıkmadık. Bu seferlik (:



Meydanınki arkasındaki sokaklardan birinden Santa Croce Katedralini de görüp uyumak için orta çağ soslu otelimiz Bavaria'ya döndük.



2.GÜN

Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı etmek üzere rezervasyon katına indik. Kahvaltıda klasik paketli yiyecekler mevcut. Tereyağ, marmelat, kek, bal, karper peynir gibi çeşitlerin yanında krem "pate", yani kaz ciğeri vs. de var. Bol Uzakdoğulu barındıran otelimizde uzakdoğulular özellikle bu pateyi bayıla bayıla yiyorlar. Ben de hiç sevmem kaz ciğerini... Meyve suyu, çay gibi içeceklerle beraber her sabah bir altlık sağladı kahvaltımız. Bazı günler yanında croissant çıktığı bile oldu. Otelin görece ucuz fiyatına göre normal bir kahvaltı.

Kahvaltı sonrası Ufizzi Galerisi'ni gezmeye gittik. Floransa Kart kişi başı 75 euro olduğundan genellikle seyahatlerimizde tercih ettiğimzi şehir-müze kartını kullanmadık. Floransa'da hemen her yere yürüyerek ulaşıldığı düşünülürse gerçekten çok çok pahalı.

Meğer o gün Ufizzi Galerisi'ne giriş ücretsizmiş. Tabii çok uzun bir kuyruk olduğunu görünce rezervasyon yaptırılan görece çok daha kısa bir kuyruğa girdik. Kişi başı 4 €'ya öğle saatlerinden biri için rezervasyonumuzu yaptırdık.

Bu sırada Duomo'nun yanından yürüyüp Accademia için de rezervasyon yaptırmaya gittik.Accademia için rezervasyon dahil kişi başı 15 € gibi bir ücret ödedik yanlış hatırlamıyorsam. Girişimiz ertesi sabah olacaktı.




                                     
                                        Hemen her sabah yanından geçtiğimiz Duomo

Dar sokaklardaki motosiklet fazlalığını mantıklı bulurken hazır Duomo'nun kuzeyindeki sokaklara çıkmışken yakındaki Floransa Pazarı'na, yani Mercato Centrale'ye uğrayalım dedik. Burası midesine düşkünler için adeta bir cennet niteliğinde... Taze makarnalar, baharatlar, ev yapımı şaraplar, peynirler bu kapalı pazarı adeta şölen yerine çevirmiş vaziyetteler.



Buradaki kasapların özelliği hayvanların sadece tüylerini yolup satışa sunmalarında yatıyor. Yani bir kazı, tavşanı hatta domuzu öylece yatarken bulabiliyorsunuz. Bu biraz ürkütücü bir görüntü yaratsa da diğer lezzetlere gözünüz takılınca unutuveriyorsunuz.



Bu küçük kapalı pazarın içinde bir de "Da Nerbone" diye bir yer var ki tüm gezi boyunca belki de en büyük pişmanlığım burada yememiş olmaktır. Et, kelle ve işkembenin sıcak sandviçlere döşendiği bu muazzam yere özendiğimizden dar vakite sıkıştırmayalım dedik ama sonrasında hüzünle karşılaştık. Neyse oraları sonra anlatacağım.

Mercato Centrale'nin kapısının dışı da giyim ağırlıklı bir sokak pazarını oluşturuyor. Floransa dericiliği çok meşhur bir yer ve gerek pazarlarında gerekse mağazalarında çeşit çeşit deri ürünü görebilirsiniz. Modaya özel bir ilgisi bulunmayan Bengi bile deri işçiliklerine ve kesim çeşitliliğine hayran kaldı.




Duomo'ya geri dönüşümüzde Bengi'nin karnı biraz acıktığından jambonlu peynirli sıcak sandviçi götürdü büfede. İnanmazsınız ben daha acıkmamıştım. Bu sandviçler 3 € civarı bu arada.



Duomo'nun etrafında faytonlar müşteri bekliyorlar. Tabii bizim faytonlar gibi değil. Bizde adadaki faytonlara bağlı atların dışkıları arkalarındaki gerilmiş brandaya dökülür. Bu dışkılar açıkta olduğundan birikir, feci koku sağlar. Orada ise dışkıların direkt kapalı bir torbaya doğru inmesi sağlanmış. Bu hem kokuyu hem de pisliği son derece azaltmış. Arada fark olmayan nokta ikisi de pahalı deneyimler olması (:



Ufizzi Galerisi'ndeki randevumuz yaklaşırken Piazza Della Signoria'ya vardık. Sokak sanatçıları çoğu büyük şehirde olduğu gibi farklı kıyafetlerle fotoğraf çektirme işindeler. Bengi de fotoğraf hakkını Eros'tan yana kullandı (:




Randevu saatimizle birlikte Ufizzi'ye girip ziyaretimize başladık.

Ufizzi'nin odalarını bir kenara bırakın sadece bir koridoru bile onlarca heykel ve tabloyla tek bir müzeyi dolduracak yoğunlukta. Resmen yer bulunamadığından duvarlar tablo üstüne tabloyla dolmuş denebilir. Bu tablolar arasında Osmanlı padişahlarına ve validelerine ait pek çok tablo da bulunuyor.

Her ne kadar tıka basa eser dolu bir müze olsa da Roma'daki müzelerde aldığımız tadı almadık. Belki duvar süslemeleri, freskler ve tavanlar daha çok hoşumuza gidiyor, bilemiyorum.

Müze çıkışı karın doyurmak için sabah akşam önünde koca bir kalabalık olan L'Antico Trippaio'da alıyoruz soluğu. Piazza de Cimatori'deki bu büfenin spesiyalitesi işkembe. Floransa'daki büyük tutkulardan biri olan işkembe bizdeki gibi çorba olarak değil sandviç olarak tüketiliyor genelde. İşkembenin her bölgesinden farklı sandviçler yapıyorlar. Bengi'nin aldığı kısım ona yağlı gelince değiş tokuş yapıyoruz. Keşke gece alkolden sonra da açık olsa da hüpletsek dediğimiz bir sandviç türü. L'ampredotto en çok tercih edilen biçimi.



Ben bayılmadım ama kesinlikle beğendiğimi söylemeliyim. Bu arada bir bardak şarapla birlikte sandviç 4€ ediyor.



Akşama doğru otele dönüp 1-2 saatlik bir uyku çekip akşama hazır hale geliyoruz. Floransa sokakları yine süslenmiş, yılbaşını bekler vaziyette canlı ve hareketli.






Piazza Della Signoria'daki Palazzo Vecchio'nun akşam da açık olduğunu görünce dalıyoruz içeri. Kişi başı 10 € olan biletlere kule çıkışını da eklerseniz 14 € oluyor. Ancak gece kule kapalı olduğu için biz sadece sarayın içini gezmekle yetiniyoruz. 14. yüzyılda yapılmış olan Palazzo Vecchio, şehrin eski sarayı ve özellikle Medici ailesinin en parlak yıllarında aileye ev sahipliği yapmış çok önemli bir yapı.

Her ne kadar oldukça etkileyici bir yapı olsa da gezi süresi kısa. Kuleye çıkmıyorsanız aşağı yukarı 1 saatte tamamlayabiliyorsunuz.









Palazzo Vecchio sonrası kalabalığı yarıp tüm Floransa gezimizin en öne çıkan restoranlarından birine, Trattoria Nerone'ye doğru yola çıkıyoruz.

http://www.trattorianerone.it/

Tren istasyonunun kuzey doğusunda, pek çok restoranın ve dükkanın bulunduğu bohem sokak Via Faenza'nın üzerindeki bu "trattoria", içine girdiğinizde ne kadar geniş olduğunu anlayabildiğiniz, müthiş dekorasyonu ve hasır şapkalı garsonlarla önce gözünüze hitap eden enteresan bir yer.





Neredeyse tıka basa dolu olan mekanda zar zor iki kişilik bir masa bulabildik. Hoş masada oturduğum yönü beğenmeyip ters tarafa oturunca mekanın sahibi tarafından dolaylı olarak azarlandık ama (bize söylemedi de garsonu fırçaladı) o kadar güzel bir yemek deneyimi yaşadık ki üzerinde durmaya değer bile bulmadım.

Baştan eritilmiş peynirli ekmekler söyledik, yanında da 1 litre kırmızı şarap (8€). Evet 1 litre kırmızı şarap 8 €. 1 litre kırmızı Sangiovese...

Ben ana yemek olarak Floransa'nın ünlü bifteğinden söyledim. Kilosu 38 € olan bu biftek aslında bir nevi T-Bone. Minimum 600-700 gram kadar geliyor ve oldukça doyurucu oluyor. Bengi ise kendine özel Nerone pizzasından söyledi. Jambonlu domatesli oldukça hoş bir pizza.





Benim Floransa bifteğim tek kelimeyle harikaydı. Orta- az olarak sipariş ettiğim et o kadar iyi pişirilmişti ki sanırım bitirene dek tek kelime çıkmadı ağzımdan... Pizza da klasik İtalyan tarzı: az ama öz ve taze malzeme, dışı çıtır içi sulu. Kısacası nefis.

Sonunda da dondurmayla servis edilmiş bitter çikolatalı nefis suflelerini götürdükten sonra toplamda 60 € civarı bir hesapla mekandan oldukça mutlu şekilde ayrıldık. Garsonlarının özellikle çok nazik ve hızlı servis yaptığı bu çok özel mekanı kesinlikle ziyaret etmenizi öneririm.

Akşam Hard Rock Cafe'ye uğruyoruz ama bizi pek açmıyor. Floransa'da da gece hayatı genelde publara teslim edildiğinden hemen Hard Rock Cafe'nin aşağısındaki Old Stove Pub'da birer bira yuvarlayıp otelimize dönüyoruz.


2. Kısıma Geçmek İçin Tıklayınız

2 yorum:

  1. Direkt aktarmasiz tren varmi bolognadan floransaya?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. evet, http://www.trenitalia.com/tcom-en

      adresinden aratıp aktarmasızları da görebilirsiniz.

      Sil