7 Ocak 2015 Çarşamba

Yeni Başlayanlar İçin Likya Yolu - BÖLÜM 4 - KALEKÖY / ÜÇAĞIZ

BÖLÜM 3'e dönmek için tıklayınız


Kaleköy'de 2 gece konakladık. İlk akşam ve ikinci gün miskinlik ve gezi tozu; üçüncü gün Üçağız'a yürüyüş düşünüyorduk. Andriake - Kaleköy parkurunun sonunda akşama doğru Kaleköy Mehtap Pansiyon'a vardık.

KALEKÖY İLK GÜN - AKŞAM

Mehtap Pansiyon'da duşları alıp kendimize geliyoruz. Mükemmel bir manzara var. Saffet ile konuşup kendimize güzel bir menü hazırlatıyoruz. Balık sevenler için balık; etçiler için karışık ızgara, sebze yemekleri, mezeler, biralar keyifler yerinde. Yiyecekler oldukça lezzetli.



Ertesi gün pansiyon full olacak; aslında çadır için bir yer ayarlamaya bakıyor Saffetler ama düşündükleri alanda odun yığınları var. Bir telefon açıp sonradan tanışacağımız Hasan'a telefon ediyor. "Üst katları çok iyidir çok rahat edersiniz" diyor. Anlaşıyoruz.

Çok geçe kalmadan günün yorgunluğuyla erkenden vuruyoruz kafayı.

---

KALEKÖY İKİNCİ GÜN

Manzaraya tutkunluğumuzu sürdürüp güzel bir kahvaltıya kuruluyoruz. Yol için aldığımız ama açmadığımız sucuk da doğranıyor kahvaltıya.

Güneye inildi mi en basit lezzetler bile çok önemli hale geliyor. Kötü domatese, salatalığa, bibere o kadar alışmışız ki kahvaltıda köy domatesi, sebzesi vs. geldi mi sırf onu yiyebilir hale geliyorsunuz.

Saffet'in babası ile o sabah tanışıyoruz. Kekova'nın eski halini, kalıntıların durumunu, arazilerin halini anlatıyor. Her şeyin el değmemişken ne kadar güzel olduğunu; kalıntıların yerlerinden sökülüp denizde nelerele atıldığından bahsediyor. Yöre insanı kendi bölgesinin güzelliğinin, tarihinin farkında. Yakıp yıkan yabancılar maalesef ve ellerinden bir şey gelmiyor.

Koyu sohbetten sonra Mehtap'ta çalışan genç kardeşimiz, elimiz ,ayağımız Hilmi'nin yönlendirmesiyle Hasan'ın evinin üst katına varıyoruz. Burada Mehtap'tan bile güzel manzara var doğrusu.



Tüm köyün tam ortasında ve yukarda bulunan kocaman bir terasa çıkan 2 temiz ve modern oda.Terasta buzdolabı, boydan boya sedir... Tam bize göre ve yayılmalık.

Bu fırsatı kaçırmayıp miskinliğe başlıyoruz ama bir yandan da harika Kekova koylarını keşfetemek var aklımızda. Sercan'la köyde biraz keşif yaptığımız sırada bir teyze Aloe Vera yapraklarıyla sırtı önceki gün fena yanmış Emre'nin sırtını iyileştirebileceğini söylüyor. Terasa dönüp Emre'ye haber veriyoruz.Teyze Emre'nin sırtını iyileştirdiği gibi tek kuruş para da almıyor Aloe Vera'ları karşılığında.

Öğlen ünlü Ankh Pansiyon'a inip nefis meyveli dondurmalarını tadıyoruz. Yine kıyıdaki pansiyonlardan Sahil'in sahibi Yurdakul Abi'yle sohbet ederken bize tur ayarlayabileceğini söylüyor. "Telefonu burada açın kendiniz konuşun" diyor Yurdakul Baba. "2-3 koy gezelim, deniz altındaki harabeleri izleyebileceğimiz altı cam bir tekne olsun, biraz yüzelim ne kadara çıkarız" diye soruyor Seçkin. "Aldığı 150 TL cevabına "kişi başı mı" diye sorma ihtiyacı hissediyor; 5 kişi koskocaman tekneyi kapatır vaziyetteyiz. Karşıdaki ses kahkaha atar vaziyette. "Tamamı be abi."

Bir süre sonra çıkageliyor gezi teknesi.






Hep beraber önce altı cam tekneyle Kekova adası kıyılarının altında yatan tarihi eseleri ve kıyıdaki kalıntıları izliyoruz. Ardından Tersane Koyu'nda güzel bir yüzme molası veriyoruz. Deniz mevsimsel sebeplerden hafif soğuk olmakla beraber harika.






Ardından Akvaryum Koyu'na doğru hareket ediyoruz ama deniz fazla kıpırtılı olduğu için rotamızı İngiliz Koyu'na çeviriyoruz. Emre minik adacıklardan bir tanesine kendi adını veriyor.

Aşağı yukarı 3 saatlik bir gezinin ardından yeniden Kaleköy'e dönüyoruz. Bakkaldan domates - peynir - ekmek gibi temel gıda maddelerini alıp terasımızda bir güzel gömüyoruz.Akşam için Saffet ile konuşup güzel bir deniz ürünleri sofrasının hazırlatılmasını rica ediyoruz.

Günü müthiş bir gün batımıyla batırıp; akşam nefis yemeklerle dolu bir sofrada sohbeti koyulaştırıyoruz.


KALEKÖY ÜÇÜNCÜ GÜN

Sabah Hasan Başkan'ın eşi bize güzel bir kahvaltı hazırlıyor terasta. Çok tatlı iki çocukları var. Büyük kızları hem annelerine yardım ediyor hem de yaptığı incik boncuklu takıları satıyor.

Ondan iki üç takı alıyoruz.

Hava kapalı. Biz de bu güzel yürüyüş havasını değerlendirip Üçağız'a yürüyüşe geçiyoruz. Köyün tepesine tırmanıp arkadaki mezarları takip ederek normal yola varıyoruz zaten. Likya yolu normal yolu takip ediyor belli bir yerden sonra. Toplamda 1 saat civarı bir yürüyüşle varıyoruz Üçağız'a.






Yol üzerinde çekek alanında çalışan Hasan Abi'yi de görüyoruz ve selamlaşıyoruz.

Üçağız çok şirin bir köy. Pek çok pansiyon da bulunuyor. Ancak adını da aldığı üç tane boğazın sonunda bulunmasının dezavantajları da yok değil. Deniz suları çok durgun olduğundan hareketsizlikten deniz mecburen bulanıklaşıyor. Sirkülasyonsuzluk deniz suyunun berraklığını etkileyen önemli bir etken.





Burada biraz vakit geçirdikten sonra yine yürüyerek tekrar köye dönüyoruz.

Köyün tepesinde Simena Kalesi'ni geziyoruz. İyi bakılıyor ve sunduğu manzara gerçekten nefes kesici.







Akşama gelen bir fırtına var; normalde akşam yemeğini Kaleköy'de yiyip gece transferimizi gerçekleştireceğimiz Üçağız'a geçmeyi düşünüyorduk ancak yağmur ve fırtınadan çekindiğimizden güneş batarken eşyalarımızı toplayıp Üçağız'a gidiyor ve yemeğimizi orada yiyoruz.

Yolculuğun son yemeğini de yiyerek ilk Likya yürüyüşümüzü ve tatilimizi Seçkin, Emre, Sercan, Şahin ve Koray'dan oluşan ekip olarak tamamlıyoruz.

Herkesin bu harika yolu yürümesini; ama sadece performans amaçlı değil, tadını çıkararak, doya doya, tüm güzelliklerini yaşayarak yürümesini tavsiye ederiz.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder