Gezimanya ile
Safranbolu Belediyesi'nin ortaklaşa organizasyonuyla yıllar önce bir kez kısa
süreliğine görme imkanı bulduğum Safranbolu sokaklarına yeniden kavuştum.
Gitmeden önce
çoğu kişinin düşüncelerine sahiptim Safranbolu hakkında. Güzel evler, güzel
sokaklar... Şirindir işte ama o kadar?
Bu gezi
sayesinde Safranbolu'nun yalnızca güzel evler ve sokaklardan ibaret bir tarihi
şehir değil; tarihin nefes aldığı, evlerin kendine ait hikayelerle canlandığı,
yanı başında bulunan kanyonları, mağaraları ve eşsiz doğal güzellikleriyle bir
iki kelimeyle özetlenebilecek bir yerden çok daha fazlası olduğunu anladım.
"Bir iki
kelmeyle özetlemek" yerine her şeyin başladığı yere; Gezimanya ofisine
dönelim isterseniz...
10 Nisan 2015 Cuma
Yolculuk saati
yaklaştığında Gezimanya ofisi iyiden iyiye kalabalıklaşmış, sehpalardaki
tatlılar ve tuzlular azalmış; önceden tanışmayanlar arasındaki buzlar oksijenin
de gittikçe azalmasıyla hızla erimeye başlamıştı.
Aracımız
geldiğinde İstanbul'un henüz insanı delirtmeyen trafiğine dalıp Safranbolu
yollarına savurduk kendimizi. Bolu Dağı'na yakın İsmail'in Yeri'nde verdiğimiz
mola sonrasında önceleri dağların zirvelerinde gördüğümüz karlar sırasıyla
ağaçlara, çatılara ve çimenlere sirayet edince nisan ortasında kar yağışı görür
müyüz acaba soruları sardı akılları. Nitekim kar aceleyle cama vururken tüm
kafilede şaşkınlıkla sarılı bir gülümseme vardı.
Neyse ki
Safranbolu'ya yaklaştıkça kar yerini yeniden yeşil bitki örtüsüne bıraktı. Bir
engel olmadan doya doya gezme imkanı sağlıyordu bu doğal olarak bize.
Safranbolu
evleriyle çevrili sokaklara hava kararırken girdik ve kalacağımız Cinci Han'ın
görkemli kapısından birer birer içeri süzüldük.
Cinci Han
Cinci Han; tüm
Safranbolu'nun en görkemli yapılarından biri. Evet Safranbolu sokakları zaten
insanı farklı bir zamana doğru savuruyor; ama bir de Cinci Han gibi
kapılarıyla, tepedeki kuleden manzarasıyla, avludaki tarihi havuzuyla sizi
tamamen avucuna alan bir yer oldu mu atmosfere kendinizi kaptırmanız daha da
kolaylaşıyor. Burası zamanında bir kervansaraymış; hem de oldukça büyük bir
tanesi... Safranbolu için kilit bir isim olan Cinci Hoca'nın zamanında hamamla
birlikte yaptırdığı oldukça önemli bir yer. Kervansaraylık zamanında atmışın
üzerinde odasıyla kervanlara yuva görevi gören bu kale tipli özel yerde sabah
kervanlar şadırvanın orada toplanır; Han Ağası'nın "herkesin malının
yerinde olup olmadığına" dair soruları ve sorgulamalarının ardından büyük
kapıların açılmasıyla yollara düşerlermiş.
Biz de bu tarihi
yapının çatısı altında konaklamanın keyfini yaşayacağız.
Odalar hana
vardığımızda hazır bekliyor; ancak akşam yemeği sevdasıyla karınlarımızı
doyurma amacındayız. Dörtlü ayrılan masalarda Gezgin Çift Orkun ile Neslihan ve
Gezi Tozu olarak tanıdığımız Burcu ile aynı masaya düşüyorum. Çok tatlı insanlar
olduklarından sohbet de doğal olarak eğlenceli.
Yemekte Cinci
Han bize ezogelin çorbası, tavuk kanat ve Kemalpaşa tatlısı ikram ediyor. Yoldan sonra sıcak çorba iyi geldi
diyebilirim.
Oda arkadaşım
Gezimanya'nın cefakarlarından Onurcan; odada genelde işiyle meşgul olmaktan ilk
akşamdaki boş zamanı çok verimli değerlendiremedi.
Handa birkaç
fotoğraf çektikten sonra manzaranın tadını çıkarmak adına hanın içindeki kuleye
yöneliyorum. Sarı-turuncu renkler hakim
Safranbolu sokaklarına.
Özgür'le Hıdırlık
Tepesi'ne de çıkıp orada da biraz çekim yaptıktan sonra hana yeniden dönüyoruz.
Yan odamızda kalan Özgür, Erdem Gürses'i uyandırmakta güçlük çekiyor ama ben
odada halen çalışmakta olan Onurcan'ı ayakta ve görevde buluyorum (: Erdem
meğer odada değilmiş; telefonu içerdeymiş sadece ;)
11 Nisan 2015 Cumartesi
Odanın perdesini
açmadan gündüz olduğunu pek anlayamıyorsunuz; ışık sızmıyor odaya. Ben uyanıp
giyinmeye başlayınca Onurcan "gece gece" nereye gittiğimi merak
ediyor. "Sabah 9 oldu olm" diyince şaşkınlıkla uyanıyor o da.
09:30'da Bulak Mencilis Mağarası'na hareket etmemiz gerekiyor.
Açık büfe
kahvaltıdan faydalanıp aracımızla mağaraya yol alıyoruz.
Bulak Mencilis Mağarası
Uzaktan gelen su
sesi, kuş cıvıltıları, hafif rüzgar esintileri... Mağaraya doğru yönelirken
doğanın kucağında olmanın verdiği huzur kaplıyor içimi...
Basamaklardan
çıktıkça hem manzara güzelleşiyor hem de mutluluk artıyor.
6 km'lik uzunluğuyla
Türkiye'nin 4. büyük mağarası aslında Bulak Mencilis Mağarası'nın ancak henüz
400 metresi ziyarete açık. Geri kalan alanda ilerleyen bir yer altı nehri ve
daha pek çok güzellik var; ne var ki oraya henüz profesyoneller özel izinle
girebiliyorlar. Safranbolu'nun önemli su kaynaklarından biri burası...
Yaz - kış 15
derece sıcaklıktaki mağara sarkıt ve dikitleriyle bir göz festivali yaşatıyor
bizlere adeta... Son derece etkileyici. Harika fotoğraflar ve anılarla
ayrılıyoruz buradan. Bana göre Safranbolu'ya gelen herkesin kesinlikle görmesi
gereken bir yer. Özel şirketlerin transferleri dışında Eski Çarşı'dan da ulaşım
sağlandığını öğrendik. Zaten merkeze oldukça yakın.
Mağara çıkışında
merdivenlerde çay içip bir şeyler atıştırabileceğiniz hoş bir alan da var.
Soluklanıp doğanın tadını çıkarmak için bire bir.
Yeni hedef:
Kristal Teras, İnce Köprü Su Kemeri ve
Tokatlı Kanyonu
Tokatlı Kanyonu
ilk görüşte aşık olacağınız bir yer. Ben adını duymuştum ama bir kez açıp
fotoğrafına bile bakmamış olmam gerçekten ayıp olmuş. Tüm gezide en çok
büyülendiğim yer bu kanyon olabilir.
Kanyonun
üzerinde kırılmayan camla yapılmış Kristal Teras; farklı bir deneyim yaşatıyor.
Hem kanyona tepeden bakma şansını yakalıyorsunuz hem de ayaklarınızın altında,
camın hemen altında sonsuz uzanan uçurumu görüyorsunuz. Taban kristal "buğusuna"
sahip yani had safhada bir yükseklik korkunuz yoksa eğleneceğinizden eminim.
Burayı ziyaret
ettikten sonra birkaç yüz metre ilerdeki 17.yüzyıldan kalma tarihi İncekaya Su
Kemeri'nin hemen yanından kanyon yolculuğuna başlıyoruz.
Özellikle ilk
kilometresinin hemen her adımında farklı bir manzara sunan Tokatlı Kanyonu,
doğayı sevenler için Safranbolu'ya gelmek adına başlıbaşına bir sebep bir sebep
oluşturuyor bence. Kayaların yapıları, suyun her alanda değişen rengi, yeşilin
güzelliği hem dinlendirici hem de heyecan verici bir atmosfere sahip.
Kanyonun içinde atla
gezinti ve faklı aktiviteler mevcut. Özellikle ilk kilometredeki düzen tüm
kanyona zamanla yansıtılabilirse yürümesi çok daha keyifli bir kanyon ortaya
çıkacaktır. Bir kez daha Safranbolu'ya geldiğimde kanyona yeniden uğrayıp su
sesi eşliğinde yürüyüş yapacağımı garanti edebilirim.
İstemeye
istemeye terk ediyorum kanyonu desem yeridir.
Ancak sırada
Safranbolu Kültür ve Eğitim Merkezi'nde (SAKEM) ikram edilen öğle yemeği var ve
karnımız da acıktı doğrusu. Safranbolu Belediye Başkan Yardımcısı Hüseyin
Bilicioğlu da nazik ziyaretiyle bu hoş yemeği renklendiriyor.
SAKEM'deki
hanımların elinden çıkma yemekte kıymalı tarhana çorbası, pilav, börek, köfte
ve cevizli ev baklavası var. Kıymalı tarhana çorbası bu yemekte başı çeken tat.
İstanbul'da kıymalı tarhana çorbası yapma adeti kayboldu desek yeridir.
SAKEM'de kadın
ağırlıklı katılımlarla ebru atölyeleri, resim atölyeleri, belgesel gösterimleri
ve mesleki eğitim kursları düzenleniyor. Birden çok şubesi olan bu merkezler
sosyal hayata ciddi manada katkı yapmış vaziyette.
Buradaki
çalışmaları daha incelemek isterdik ama programımız doludizgin! Günün en
eğlenceli anlarından biri için yeniden Eski Çarşı'ya doğru yol alıyoruz:
Golf Arabalarıyla Safranbolu Turu
Yunanistan'da ve
bazı Avrupa ülkelerinde mini trenlerle şehir turu attırılır ama genelde
uyduruktur bu turlar. 5-10 dakika sürer; bir şeye benzemez, şöyle bir çember
çizip aynı yere dönersin. Açıkçası programda gördüğümde böyle bir şey
olmasından korkuyordum ama ciddi bir zaman da ayrılmıştı. Korkularım yersiz
çıktı.
Batuta Turizm'in
yaptığı golf arabası turları gerek şehrin tarihi, gerek Safranbolu evleri
gerekse doğal güzellikleri konusunda önemli bilgiler içeriyor. Daracık sokaklar
ve köprülerden geçmenin keyfi bir yana; rehberimiz Timur Bey'in anlatımı da
ayrıca renkli ve eğlenceli.
Cinci Hoca'nın
maceraları, evlerin özellikleri, binek taşları, sokak aralıklarının farklı
olmasındaki sırlar, çeşmelerdeki semboller, farklı kayaç yapılar, kanyonlar,
köprüler, camiler, eski tabakhane ve Taş Değirmen gibi şehre dair pek çok
detay, bilgi ve yeri bu tur sayesinde öğrenebilirsiniz.
Özgür'ün ve
Kemal Kaya'nın çekimleri uzayınca biz de genişletilmiş bir tur yapıyoruz; hatta
bizden sonraki ekiplerle neredeyse arka arkaya bitiriyoruz turları.
Boncuk Arasta Kahvesi 1661
Tur sonrası
soluğu Arasta Kahvesi'nde alıyoruz. Ünlü Safranbolu lokumu ve közde kahve
buranın olmazsa olmazları. Küçük bir Tahmis Kahvesi havası var burada. Hemen
herkesin soluklanıp şehrin tadını çıkarma yeri. "Arasta" aslında aynı işi yapan esnafın yanyana bulunduğu çarşılara verilen isim ancak burada kahveden hediyelik eşyaya, oymalardan kilime kadar pek çok şey bulmak mümkün.
Kahvelerden sonra birkaç saat
boş zamanımız var. Erdem'le çarşıda bir müddet turlayıp alışveriş yaptıktan
sonra ben boş zamana da daha fazla lezzet sığdırmak için önde fırından sıcak simit alıyorum.
Safranbolu simidi ekmek tadında bir simit. Susamsız. Sıcakken hatur hutur gidiyor. Odun fırınında pişiyor çoğu zaman.
Simit iştah açınca soluğu Kadıoğlu'nda alıyorum.
Simit iştah açınca soluğu Kadıoğlu'nda alıyorum.
Kadıoğlu
Ahşap
dekorasyonu rahat bir ortam sunuyor. Duvarda bolca resim ve ünlülerden notlar
var. Bu durum beklentiyi biraz yükseltiyor doğrusu. Sıcak pideyle buralarda
alışık olunan tereyağ ve bal geliyor yemek öncesi. Bayıla bayıla dalıyorum
tabii... Bakırda gelen açık ayran da lezzetli. Ancak kuzu tandırdan beklediğimi
alamadım desem yeridir. Lezzetsiz değildi bütünüyle ama fazlasıyla standarttı.
Özellikle tavsiye edilecek bir tat değil.
Buradan çıkıp
çarşıda biraz daha dolaştıktan sonra buluşma saati için Cinci Han'a gidiyorum.
Tüm gezinin en nefis yemeğini yemek için Kazan Ocağı'na davetliyiz.
Kazan Ocağı
Ufacık bir
mekan. Teras kısmı da var ama hava soğuk olduğu için kapalı salonda oturuyoruz
yemeğe. Masada bu sefer ben, Gezgin Çift
Neslihan ile Orkun, Erdem ve "Keşfet TV" Erkut'a eşlik ediyorum.
Yine şansımıza
kıymalı tarhana var.
Hiç şikayetçi değiliz çünkü nefis. Ardından yaylım ateşi başlıyor adeta.
Hiç şikayetçi değiliz çünkü nefis. Ardından yaylım ateşi başlıyor adeta.
Cevizli keşli
erişte, tereyağ kokusunu burnunuzdan içeri sokup tüm vücudunuzu
dolaştırabilecek nefis bir lezzet.
Güveçte yine tereyağ ile tatlandırılmış fasulye hemen herkesin beğenisini kazanıyor.
Kıymalı dolma ise tüm akşamın şaheseri. Güveçte gelen bu lezzet adeta yemiş gibi gidiyor. Bize yetmiyor bir güveç daha bırakıyor çalışanlar. Hepsini İlker yedi tabii ;)
Güveçte yine tereyağ ile tatlandırılmış fasulye hemen herkesin beğenisini kazanıyor.
Kıymalı dolma ise tüm akşamın şaheseri. Güveçte gelen bu lezzet adeta yemiş gibi gidiyor. Bize yetmiyor bir güveç daha bırakıyor çalışanlar. Hepsini İlker yedi tabii ;)
Peruhi (pirohu,
pirohi gibi söylenişleri de var) ise ilk defa Kıbrıs'ta tatma fırsatını bulmuş
olduğum bir çeşit mantı. Safranbolu'da özellikle sevilen lezzetlerden. İçine
çökelek peyniri doldurulmuş büyük baklava dilimi şekliyle ağızda hafif diri;
hafif bir mantı türü. Son derece başarılı.
En son servis
edilen cevizli ev baklavası ise benim gibi Gaziantep baklavası sevdalısı
birisini bile derinden sarsıyor. Ev baklavasını çok sevmem, cevizli baklavadan
pek hoşlanmam ama bu baklava gerçekten tabularımı yıkıyor. Hamuru yumuşacık ve
taze açılmış olduğu çok belli. Şerbeti baymıyor ve ağızda yapış yapış bir tat
bırakmıyor. Baymıyor insanı yani (: Cevizden kaçılmamış; nefis.
Yemek sonrası
soluğu Kazan Ocağı'nın direği Nebile Hanım'ın yanında alıyoruz. Boğazına düşkün
bloggerlardan "Gezginin Ayak İzi" Cüneyt ile ön tarafta buluşmamız
tesadüf değil; o da hemen her blogger gibi son derece memnun ayrılıyor
yemekten.
Nebile Hanım'a
teşekkür edip yine Arasta'da kahveye kuruluyoruz. Akşam anılarla ve sohbetle hızlanırken
Cüneyt ile ayrılıp Cinci Han'ın şöminesinin önünde alıyoruz soluğu. Anılaır
ufak ufak yazmaya başlıyoruz. Özgür ve Onurcan yine çalışmakta. Tuğçe de
yanımızda alıyor soluğu. Sohbet sonrası odalara çekilip notları derlemeye devam
ediyoruz.
12 Nisan Pazar
Ertesi sabah
Cinci Han'dan ayrılıyoruz. Aracımızın gelmesini beklerken ben İmren
Lokumcusu'ndan birkaç kutu lokum alıyorum. Sabah erken saatte başlıyor İmren'de
alışveriş ve kalabalık. Safranlı lokumu özellikle güzel.
Güneşli bir
havada geçen yolculuk Tokatlı Kanyonu'nun üzerindeki Kristal Teras'ta kısa
süreliğine sonlanıyor. Bizi bekleyen geniş serpme kahvaltı sofrasına kısa süre
sonra Safranbolu Belediye Başkanı Necdet Aksoy , eşi ve çocuğu da katılıyor.
Son derece sıcak
ve samimi sohbette başkandan Eski Safranbolu'nun aratan arındırılması için
projelerin başladığı müjdesini de alıyoruz. Umarız sonraki ziyaretlerde
sokaklar ve evler araçlar olmadan, göz alıcı güzelliğini tüm çıplaklığıyla
sergileme şansı bulur. Başkan nezdinde Safranbolu Belediyesi'ne samimi ve sıcak
ev sahipliği için bir kez daha teşekkür ederek Hıdırlık Tepesi'ne doğru yol
alıyoruz.
Hıdırlık Tepesi
İlk gece
Özgür'le birlikte çıktığımız Hıdırlık Tepesi bu sefer gündüz gözüyle önümüze
seriyor Safranbolu'yu.
Burada güzel
kafeler ve hoş manzara dışında Safranbolu tarihine damgasını vurmuş önemli
isimlerin mezarlıyla da karşılaşabilirsiniz. Orhan Gazi zamanında yaşamış kumandanlardan Hıdır Bey, Saframbolu'ya sürgün edilen Hasan Paşa ve gerek kendisi gerekse ailesi Safranbolu'da minnetle anılan Dr. Ali Yaver Ataman bunlardan birkaçı.
Hazır buraya gelmişken yörenin
gazozu Bağlar'ı da deneme şansı buluyorum. Sprite / Çamlıca disiplininden gelen
bir gazoz olduğu için benim çok ilgimi çekmedi. Ben daha çok Fruko / Uludağ
tipi gazoz beğendiğimden daha farklı tatlar arıyor damak.
Tepeyi gezerken
bir de yeni evlenen bir çifte rastgelince hep beraber etraflarını sarıp bir
hatıra fotoğrafı çektiriyoruz.
Güzel havanın tadını çıkarmak adına yürüyerek Kaçak Camii de denen Lütfiye Camii'ne doğru gidiyoruz.
Güzel havanın tadını çıkarmak adına yürüyerek Kaçak Camii de denen Lütfiye Camii'ne doğru gidiyoruz.
Lütfiye Camii
Bu mahallede
sokaklarda top oynayan çocuklar, içinde yaşamın sürdüğü hoş evler, baharla açan
çiçekler varlığını sürdürmeye devam ediyor. Bu yüz güldürücü detayların
arasında gerçekten de farklı bir camiiyle karşılaştık. Mimarisiyle bir köprünün
üzerine kurulmuş gibi bir hava yaratan caminin altından dere akmayı sürdürüyor.
Gerçekten de görülesi bir eser. Safranbolu Belediyesi bu mahalleyi de
Safranbolu'nun bolca gezilen mahallelerinden biri haline getirmek için
çalışmalarını ağırlıklandıracakmış. Dilerim ki herkes bu camiiyi ve mahalleyi
görsün.
Yörük Köyü
Evlere asılan boynuz nazardan korur ve evde avcı olduğunu işaret edermiş.
Yürüdüğümüz yolu
geri dönerek aracımıza biniyoruz. Bu sefer hedefte Safranbolu'ya 15-20 dakika
uzaklıkta bir mesafede bulunan Yörük Köyü var.
Doğanın içinde mimarisi ve sokaklarıyla ayrı bir hava sunuyor Yörük Köyü. 1996'da korumaya alınmış ancak halen yapılacak iş var köyde.
Halen içinde yaşam sürülen Sipaihoğlu Konağı'nı geziyoruz.
Evde ince düşünülmüş pek çok detay mevcut. Işıklandırmadan oymalara, Bektaşi kültürünün sembollerinden eski alet edevatlara kadar özenle korunmaya devam ediliyor.
Buradan çıkıp eski çamaşırhaneyi geziyoruz. Taşların insanların boylarına ve enlerine göre farklılık göstermesiyle "kişilselleştirme ve segmentasyonda" önemli yol katetmiş dönemin Yörük Köylüleri...
Buradan çıkıp eski çamaşırhaneyi geziyoruz. Taşların insanların boylarına ve enlerine göre farklılık göstermesiyle "kişilselleştirme ve segmentasyonda" önemli yol katetmiş dönemin Yörük Köylüleri...
Kurşun taşını da gördükten sonra Yörük Sofrası'nda köy ayranı, bir tür Safranbıolu gözlemesi olan bükme (çökelek peyniriyle yapılan çıtır gözlemenin bol tereyağ sürülerek servis edilmesi denebilir) ve ev baklavası ile güzel bir bahçede ziyafet çekiyoruz.
Yörük Köyü'nden çıkan ünlü sanatçı Leyla Gencer'in büstünün hemen çaprazında ev yapımı reçel satın alabileceğinizi de hatırlatalım.
Yörük Köyü ziyareti sonrası istemeye istemeye yolumuzu yeniden İstanbul'a çeviriyoruz.
--------------------------
Safranbolu'nun farklı yüzlerini görmek; anlatılandan, bahsedilenden çok daha fazlasını bulma imkanı bulduk Safranbolu'da.
Bir kez daha uzaktan görüleni değil; yanına gidip izlemenin, yaşamanın ve tanık olmanın ne derece önemli olduğunu hissettim.
Safranbolu, İstanbul'a yakınlığıyla benim kaçış güzergahlarımdan biri halini aldı bu geziyle. Bunu mümkün kılan Safranbolu Belediye Başkanı Sn. Necdet Aksoy'a, belediye başkan yardımcısı Sn. Hüseyin Bilicioğlu'na, bize rehberlik yapan sevgili Kübra Ekemen'e, Safranbolu Belediyesi'nin gözü kulağı sevgili Yalçın Karadayı'ya, tabii ki Tuğçe Yılmaz nezdinde Gezimanya.com'a ve bu geziye katkı sağlayan başta Ufuk Akkuş olmak üzere tüm gezgin / blogger arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Yörük Köyü ziyareti sonrası istemeye istemeye yolumuzu yeniden İstanbul'a çeviriyoruz.
--------------------------
Safranbolu'nun farklı yüzlerini görmek; anlatılandan, bahsedilenden çok daha fazlasını bulma imkanı bulduk Safranbolu'da.
Bir kez daha uzaktan görüleni değil; yanına gidip izlemenin, yaşamanın ve tanık olmanın ne derece önemli olduğunu hissettim.
Safranbolu, İstanbul'a yakınlığıyla benim kaçış güzergahlarımdan biri halini aldı bu geziyle. Bunu mümkün kılan Safranbolu Belediye Başkanı Sn. Necdet Aksoy'a, belediye başkan yardımcısı Sn. Hüseyin Bilicioğlu'na, bize rehberlik yapan sevgili Kübra Ekemen'e, Safranbolu Belediyesi'nin gözü kulağı sevgili Yalçın Karadayı'ya, tabii ki Tuğçe Yılmaz nezdinde Gezimanya.com'a ve bu geziye katkı sağlayan başta Ufuk Akkuş olmak üzere tüm gezgin / blogger arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder