17 Temmuz 2014 Perşembe

Yeni Başlayanlar İçin Likya Yolu - BÖLÜM 2 - KARAÖZ / GELİDONYA / KARAÖZ / DEMRE




"Yeni Başlayanlar İçin Likya Yolu Bölüm 1- Hazırlık" için tıklayınız


Sabah İstanbul'dan Antalya uçağına binmek üzerine yola çıktık.

Planımız Antalya havalimanından ayarladığımız transferle Karaöz'e geçmek; Karaöz'den transit olarak 3 saat civarında Gelidonya Feneri'ne çıkmak; fenerde 1 saat kadar dinlenip keyfini çıkardıktan sonra yeniden Karaöz'e inip ya Mavikent - Kumluca üzerinden Demre Andriake Kamp'a geçmek ya da Karaöz'de konaklayıp sabah minibüsüyle aynı güzergahı kullanarak kampa varmak.

Toplamda 16 km kadar süren bu gidiş - dönüş parkuru; tüm Likya yolunun en kolay parkurlarından biri olarak gösteriliyor. Her ne kadar 0'dan 200 metre seviyelerine çıkacak da olsak yolun ilk 6 km'si araba hemen hemen araba - traktör yolu. son 2 km ise dik bir çıkış yapacağız.

Aslında parkur Karaöz - Adrasan parkuru... Gelidonya'dan sonra Adrasan'a kadar zorlu bir parkur olarak gösterildiğinden genelde fenere çıkıp kampa atmak suretiyle geceyi orada geçirmek; sabah Adrasan'a devam etmek suretiyle gerçekleştiriliyor. Fenerdeki suyun pek temiz olmaması sebebiyle ve Adrasan'a kadar neredeyse su olmamasıyla tedarikli çıkılması gereken bir parkur.



Biz ilk defa çıkacağımızdan parkurun en kolay kısmını gidiş dönüş olarak değerlendiriyoruz.

Altuğ ve Mehmet bloglarında son derece kolay olarak bahsetmişler parkurdan ama onların gidiş yönüyle bizimkisi aynı değil; dolayısıyla Altuğ ve Mehmet'in koşaradım indiği o 2 km'lik dik kısmı biz inmek yerine çıkıyor olacağız. Bunun ne kadar yorucu olabileceğinden habersiz havalimanından transfer aracımıza binerek yaklaşık 1 buçuk saatte Karaöz'e vardık.

KARAÖZ

Mavikent'ten Karaöz'e giderken yörede "deniz obaları" olarak adlandırılan, kumun üzerine yapılan ahşap evlerin çok dikkatimizi çektiğini belirtmek isterim. Amerikan filmlerindeki evler gibi kazıkların üzerine inşa edilmişler.Çok değişik bir görünüm sağlıyorlardı.

Yine Mavikent'ten Karaöz'e uzanan o kıvrımlı yolun kenarında "Papaz Koyu" gibi çok güzel bir koy mevcut. Denizin yanında ağaçlar altında piknik alanlarının bulunduğu bu koyda kamp atıldığını da belirtelim.

Karaöz gerçekten çok çok ufak ama sevimli bir köy. Sahili açısından aslında biraz şansız. Çok güzel bir koy olmasına rağmen deniz kıyısında kayalar mevcut; bu da denizin ilk metrelerinin pek çekici olmamasını sağlıyor. Papaz ve Korsan Koyu gibi iki müthiş güzelliğe ev sahipliği yaptığı düşünülürse köyün kurulduğu sahilin bu durumu oldukça talihsiz.

Sahilde şoförümüzle vedalaştıktan sonra yükleri sırtımıza vurup başlıyoruz yürümeye.



İnsanı inanılmaz keyiflendiren bir aktivite olduğu daha ilk dakikalarda ortaya çıkıyor. Zindelik ve doğayla bütünleşme bedeni sarıp sarmalayıp tarifsiz bir mutluluk ortaya koyuyor. Şehrin gri binalarındansa gerçekten ait olduğunuz yerde bulunduğunuzu hissediyorsunuz.



Yola başlar başlamaz 4 kişilik bir orta yaş üstü grubun da yürüyüşü dikkatimizi çekiyor. Daha sonra yolda da sık sık yan yana yürüyeceğimiz bu ekip de yıllarca beraber yürümüş; yaşına aldanılmaması gereken son derece zinde bir ekip. Genç yaşta böyle bir aktivitede olduğumuz için bizi tebrik ettiler.

Peşpeşe hayrat ve çeşmelerden sonra Korsan Koyu'na varıyoruz. Müthiş bir koy. 7-8 genç mangal yapıp şarkı söylüyordu biz vardığımızda. Dönüşte burada denize girmek üzerine karar alıp yola devam ediyoruz.





Toplamda 1 - 1 buçuk saat yol yürüdükten sonra rampa çıkmaya başlıyorsunuz. Özellikle ikinci rampa oldukça güneş altında. Uçaktı - transferdi derken yürüyüşe 10:30 gibi geç bir saatte başladığımızdan saat 12:00 güneşini tepemizden yiyoruz. İkinci rampada güneşle mücadele ederken "bu gerçekten en kolay parkur mu" diye düşünüyor insan. Ama en ufak bir sızlanma bile yok ekipte.



Gelidonya Feneri

Toprak araba yolunu takip ettikten sonra ve toplamda 2 saat gibi bir yürüyüşün ardından son 2 km'lik patikayı yürümek adına soldaki tabeladan içeri giriyorsunuz. Bu patikanın son 500 metresinin ciddi olarak dik bir çıkış sağladığı bizden sonra fenere çıkan ve dili dışarıda ekiplerin durumuyla daha da pekişiyor. Benim iki günlük yürüyüşümüz boyunca en çok zorlandığım kesit burası oldu. Hem ilk gün hamlığı; hem uçak vs. yorgunluğu / uykusuzluğu, hem de dik tırmanış birleşince sık molalarla en son tepeye çıkan ben oluyorum ekipten.





Çıktığınız an ise her şey sona eriyor. Geçekten Türkiye'nin en güzel manzaralarından ve ortamlarından biri...

Fenerin Karaöz tarafındaki alanında gölgeye atıyoruz kendimizi. Saat 2-2 buçuk civarı. Çantalardan bal; kruvasan, yemiş benzeri yiyeceklerimizi çıkarıp tüketiyoruz. Ciddi bir rüzgar estiğinden üstümüze başımıza dikkat ediyoruz.

Yemek sonrası fenerin Adrasan tarafına geçtiğimizde ise yaprak kıpırdamadığını farkediyoruz. Oradaki çimenlik alanda iyice yayılıyoruz. Bizim haricimizde iki yabancı ve yolda karşılaştığımız dört büyük usta var.

Bizden biraz sonra da Gaziantep'ten gelen 3 başka yürüyüşçü kamp atmak için varıyorlar. Ertesi sabah Adarasan'a devam edeceklermiş. Üçağızdan parkur parkur ulaşmışlar fenere. Son dik tırmanışın bizim ertesi gün çıkacağımız daha zorlu rotanın en dik çıkışı olan Kapaklı çıkışından bile daha zorlayıcı olduğunu söylüyorlar.

Bir saat kadar bu müthiş manzarayla mest olduktan sonra daha fazla oyalanmamak adına yola tekrar koyuluyoruz.

Dönüşte Altuğ ve Mehmet'in jet gibi indiği 2km'lik yolu biz de jet gibi inerek aşağı yukarı 40 dakikada yeniden toprak yola çıkıyoruz. Güneşin altında bir süre gittikten sonra grubun en yüklüsü olarak ipleri de yamulan kamp çantamı ekibin en genci ve cengaveri Sercan'a teslim edip sadece çadır taşıayarak yola devam ediyorum. İlk defa ekibin en arkasında değil en önünde gitmeye başlıyorum. Buradan da anladığımız gibi yük dağılımı ve sırtınıza aldığınız yük en kilit noktalardan biri yürüyüşün. Eğer günler sürecek bir yürüyüşe çıkmayacaksanız en mantıklısı sırt çantası boyutunda hazırlanıp toplamda 6-7 kiloluk bir yükle çıkmak. Yürüyüş esnasında doğanın ortasında önde tek başıma ilerlerken bir telefon sesi gelmeye başlıyor. Etrafa bakıyorum kimse yok; benim telefon zaten böyle çalmıyor... Çantanın sağını solunu kurcalıyorum ama bulamıyorum sesin geldiği yeri. Boğuk da bir ses... Kafayı mı yedim acaba diye düşüne düşüne yola devam ediyorum.



Korsan koyuna vardığımda öğlen çıkışın aksine büyük bir kalabalıkla karşılaşıyorum. Çadırlar, kamyonlar, denize girenler, kağıt oynayanlar, çay demleyenler... Bu kalabalıkta denize girmek gelişte olduğu kadar sarmıyor açıkçası. Denize nazır bir kayalığa sırtımı dayayıp ekibin varmasını bekliyorum. İlk varan Seçkin oluyor. Şahin'in telefonunu bulamadıklarını haberim olup olmadığını soruyor. Detaylı bir incelemeden sonra fermuarı bozuk diye kullanmadığım alt gözde Şahin'in telefonunu buluyoruz. Telefonun bulunduğunu haber verip ekibin gelmesini bekliyoruz. Meğer kendi çantası sanıp benim çantaya atmış telefonu.

Bu bekleme ve molalar dolayısıyla Demre'ye akşam yetişememe endişemiz başgösteriyor. Korsan Koyu'nda bir kamyona otostop çekip bizi atmasını rica ediyoruz; jandarma kontrolü olabileceğini öne sürüp bizi Karaöz'e dek bırakıyor. Bozuk yolda hop zıplayıp hop kalkıp geçirdiğimiz yolculuk oldukça keyifliydi.



Karaöz'e indiğimizde ertesi sabahki minibüsü beklememek adına bir araç bulmaya çalışıyoruz. Bu esnada Şahin'in telefonunu vermek için elimi çantaya attığımda telefonun yerinde olmadığını farkediyorum. Telefon da çalıyor ama açan yok. Korsan Koyu'nda kamyona binerken düşürdüğümüzü tahmin ederek bizi Mavikent'e Demre arabalarının geçiş güzergahına bırakacak dayıyla beraber önce Korsan Koyu ziyareti yapılıyor. Telefon denizin kenarına atılmış masada demlenen amcalar tarafından güvenceye alınmış. Teslim ediliyor.

Oradan araçla yolculuğumuzu tamamlayıp Demre otobüsüne biniyoruz.

Demre otogarda iniyoruz ama taksi yok maalesef. Bir şekilde esnaftan taksi buluyoruz. Taksi bizi iki seferde Andriake Kampinge atıyor. Güneş kararırken çadırları kurup yemeğe yumuluyoruz (:





"Yeni Başlayanlar İçin Likya Yolu Bölüm 1- Hazırlık" için tıklayınız

3. Bölüme Devam Etmek İçin Tıklayınız




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder