2. güne direkt geçiş için tıklayınız
ETS'nin haziran başındaki Cruise'undan sonra Bengi ile birlikte Şeker Bayramı'nda Yunan Adaları'na gitmeye karar verdik.
ETS'nin haziran başındaki Cruise'undan sonra Bengi ile birlikte Şeker Bayramı'nda Yunan Adaları'na gitmeye karar verdik.
Cruise Holidays'den 2 kişilik kabinimizi satın alarak turun başlangıcı olan 18 Ağustos'ta geminin kalkacağı İzmir'e yol aldık. Aslında aldım desem daha doğru, zira Bengi Bodrum'dan geçti İzmir'e.
İzmir Otogarı’na indiğimde amacım Efes Oteli’ne varıp,
oradan Bengi ile buluşacağımız yere varmaktı. Ben İzmir’i çok iyi bilmediğimden
hangi iskelede buluşacağımıza dair yaşadığım kafa karışıklığını çözmeye
uğraşıyordum.
İzmir otogarı ülkedeki hemen her otogarı gibi köhneleşmiş,
tuhaf bir halde. AŞ-Ti’ye düzenli işeyen adam buraya da uğrayarak gerekli işi
yapmış.
Bir anda taksiciler etrafımı çevirip nereye gitmek
istediğimi, Alsancak’a 5 TL’ye beni götürebileceğini iddia etmeye başladı.
İzmir’i bilmiyorsam da kara cahili de değilim. 5 liraya o
mesafe imkansız. 3’lü bir otobüs bileti alarak Alsancak’tan geçecek ilk otobüsü
beklemeye başlıyorum.
İzmir’deki kimi otobüslere GPS konmuş, bu da onlardan biri.
Dolayısıyla ne tarafa doğru gittiğimi tahmin edebiliyorum.
Bengi ile Pasaport İskelesi’nde mi Alsancak’ta mı buluşsak
diye konuşurken en son Alsancak’ta karar kılıyoruz. Lakin ben istikameti yine
karıştırıp yaklaşık 25 dakikalık bir yolculuk sonrası Pasaport’un orada
iniyorum.
Bengi ile telefonlaşıp iki iskelenin ortasında, yani kocaman anıtın altında buluşmaya karar veriyoruz. 10 dakika sonra Bengi’yi koca alanın
tek gölgelik yerinde beni beklerken buluyorum.
Hasret giderip Kordon’daki yerlerden birinde kahvaltı etmek
için oturuyoruz. Gemiye bavulları teslim etmek için yaklaşık 1 saatlik bir süremiz var.
Kordon’daki kahvaltılarda içerik ve fiyat hemen hemen
fikslenmiş. Paketlenmiş tereyağı, reçel, bal, haşlanmış yumurta, sigara böreği, sosis, peynir ve sınırsız çay 9 TL...
Kahvaltı anca fiyatı kadar; açlık gidermelik yiyoruz. Zaten
paketlenmiş tereyağ ve bal ihtiva eden kahvaltılardan oldum olası haz
almamışımdır.
Limana yürüyüp uzaktan Ocean Majesty ile karşılaşıyoruz.
Portekiz bandıralı oldukça eski bir gemi olmasına rağmen 2 yıl evvel içi
tamamen yenilenmiş. Bence geminin en büyük dezavantajı orijinalinde bir cruise
gemisi değilken sonradan o özelliği kazanmış olması.
Neyse bunlar bir kenara bavul vermek için sıraya
yaklaşıyoruz. Daha önce ETS’nin gemisinde de aşina olduğum kırmızı halı ve
görevlilerin karşılamasıyla sıraya giriyoruz. İşlemlerin kısa sürmesi Cruise
Holidays’ için artı, ekstra animasyon görevlilerin bulunması ve ücretsiz
dağıtılan meyve sularına su katmamış olmak da ETS’nin bu süreçteki artıları
olarak kayda geçiyor nazarımızda.
Bavullarımızı görevlilere teslim edip hür bir şekilde
limandan ayrılıyoruz. Alsancak çarşısına dalıp Bengi’nin anlatımı ve
rehberliğiyle mekanları incelemeye başlıyoruz.
Konak tarafına doğru olan uca ulaştığımızda serinlemek
için babamın da gençlik anılarının bulunduğu Sevinç Pastanesi’ne oturuyoruz.
İki limonata ve bir dondurma söyleyip, babama da bir telefon açıp serinliyoruz.
Bengi’nin dediğine göre mekan modernleşme yaşayıp eski ambiansını kaybetmiş.
Yeniden yürümeye başlayıp gemiye biniş öncesi son hazırlıkları
yapmak adına Migros’a uğrayıp ufak tefek malzemeler ediniyoruz. (taharet musluğu yok - ıslak mendil
vb.)
Gemiye biniş saatine yakın limana dönüp kısa bir beklemenin
ardından Pasaport konrolüne alınıyoruz. Arka sıramızda bulunan ve
pasaportlarından İranlı olduğunu öğrendiğim 10 kişilik bir grup oldukça
gürültülü bir şekilde sırayı ihlal pozisyonundalar.
Pasaport polisi yurt dışı çıkış harcımın katlanmış
olmasından mutsuzluk duyarak tüm sıradakilere de haklı bir sitemde bulunarak bu
kağıtların açık olması halinde sıranın daha çabuk eriyeceğini belirtiyor.
Kendisine hak verip gemiye binmek adına limanda yürümeye başlıyoruz.
Gemiye binişte beyaz saçlı, ince, orta boylu, gözlüklü bir
adam el kol yaparak bizi durdurmaya çalışıyor. Meğer fotoğrafçı Dimitros’muş.
Foto istemediğimiz belirterek gemiye binişi için yöneliyoruz. Oradaki deniz
polisi yanlışlıkla eski pasaportuma baktığından damga bulamıyor. Sonra yenisine
bakıp bizi içeri buyur ediyor.
Gemiye bindiğimiz anda hemen her cruise gemisinde olduğu
gibi görevlilerin yardımıyla gideceğimiz bölgeye iletiliyoruz. Adeta elden ele
bir aktarma söz konusu. Show Salonu’nda çok kısa bir bekleyişin ardından
pasaportlarımız alınıyor ve seyahat boyunca tüm ödemelerimizi yapabileceğimiz
kişisel cruise cardlarımız teslim ediliyor.
Yeri gelmişken söyleyeyim yeni pasaportunuzda Schengen veya
UK vizeniz görülmese bile eski pasaportunuzda mevcut olmuş olması yeterli.
Yenisi gemi tarafından alındıktan sonra mevcut kartlarla dolaşmaya başlıyorsunuz.
Kartınızı aldıktan sonra A la Carte restoranlarda yemek yemek
için rezervasyon yaptırıyorsunuz. 7 ve 9 olarak iki seçeneğiniz var. Biz 7’yi
seçtik ama sonradan pişmanlık duyduk. Çünkü A la Carte restoranından dışarısı
gözükmüyormuş. Dolayısıyla gün batımı saatinde restorana tıkılıp kaldık. Bunu
atlatmak için de sadece bir gece A la Carte’da yedik zaten.
Rezervasyon da tamamlanınca bir görevli bize yardımcı olup
odamızı gösteriyor.
Aslında Superior İç Kabin almışken odanın upgrade edilmiş
olduğunu görüp seviniyoruz. Zira odada oldukça büyük bir cam var ve dışarısını rahatlıkla
seyredebiliyoruz. Bavullarımız zaten odanın içinde bizleri bekliyor.
Yerleşmenin ardından odadaki yönlendirmeleri de takip ederek
kartımıza kişi başı 80’er euro yüklememiz gerektiğini öğreniyoruz. Aslında bu çok
büyük bir para değil zira zaten günlük 7 eurodan 28 euro bahşiş vereceğimizi
hesaba katarsak ve de elbette gemide harcama yapacağımızı düşünürsek makul.
Zaten harcamadığımız meblağ da iade edilebiliyor. Yine de lobiye varıp durumu
kurcaladığımızda aslında minimum 20şer Euro ödendiğinde daha fazla ödeme
yapmanın gerek olmadığını, zaten gezinin son gününde hesap kapatılabileceği
söyleniyor. Oda adına 50 Euroluk bir kredi alıp geminin kalkış saatini
bekliyoruz.
ETS’de gemi 1 saat kadar rötarlı kalktığından 16:00’da değil
de 17:00’de kalkmış oluruz diye bekliyorum. Oysa gemi tam vaktinde kalkıyor.
Acıkanlar için açık büfe öğle yemeği anonsu yapılınca 7.kata çıkmak için
yöneliyoruz.
Açık büfe çeşitliliği ETS’nin gemisinden geride. Ancak ana
yemek için aldığım balık, hafif kremamsı sosuyla oldukça lezzetli. Ufak tefek
yan ürünler de alıp Bengi ile açlığımızı gideriyoruz. Büyüklere telefon açıp erkenden bayram tebriğine başlıyoruz.
O esnada geçen seferki cruise’dan da aşina olduğum can
yeleği tatbikatı anonsu geliyor. Odaya gidip can yeleklerini alıp,
çağrıldığımız Majestic Salonu için 1 kat yukarı çıkıyoruz.
Cruise Holidays’ten bir rehber can yeleğimi bağlamam konusunda yardımcı oluyor. Ardından kendi numaramızın gösterildiği alana yürüyoruz.
Oradaki yabancı görevli aslında can yeleğimin ters bağlanmış olduğunu
söyleyerek yeniden direktif veriyor. Güvenlik bilgileriyle donatıldıktan sonra
Seyahat Müdürü ve Eğlenceden Sorumlu Bakan, Brezilyalı Cristina Butler ekibi
tek tek çağırarak bizlerle tanıştırıyor.
Kendisi enteresan bir enerjisi olan eğlenceli bir kadın.
(resmi tourismlifeinturley.com'dan ödünç aldım, sağdaki Cristina soldaki da kaptanımız)
(resmi tourismlifeinturley.com'dan ödünç aldım, sağdaki Cristina soldaki da kaptanımız)
Sonrasında turlarla ilgili bilgiler anlatılmaya
başlandığında biz ortamdan sıvışıyoruz. Zira turlara katılmayıp gezi öncesi
forumlardan, bloglardan, TripAdvisor’dan aldığımız bilgiler ışığında özgürce
hareket etmek niyetindeyiz.
Odada bir süre dinlenip güç topladıktan sonra akşam yemeğine
katılmak üzere restorana gidiyoruz. Masayı bizim dışımızda 3 çiftle beraber
paylaşacağız.
Yemekler genel olarak tuzsuz ancak benim gibi tuzsuz yemek
seven birine o kadar dokunmuyor. Diğer konuklar durumdan rahatsız. İlk olarak
lezzetli bir Brokoli çorbası geliyor. Ardından milföy hamurunun içine mantarlı
kremalı bir iç doldurulmuş böreğimsi bir yiyecek. Çorbayı beğeniyor, mantarlı
zamazingoyu açlık bastırmak için kullanıyorum. Bu esnada garsondan bir kadeh
beyaz şarap ve bir bira rica ediyoruz. Masada başka siparişler de var,
siparişler hemen hemen doğru geliyor ama çekildikleri kabin kartları yanlış.
Bunu da Bengi’nin “karışmış olmasın” tadındaki
şüpheciliğiyle anlıyoruz. Kartı karışan çift de bize teşekkür ediyor. Masada
sohbet biraz hareketleniyor. Bengi’nin geniş bir Yunan Adaları tecrübesi var
ama turdaki üç ada bilgisi dahilinde değil. Bense daha önce kısa da olsa
Santorini ve Mykonos’u görmüş olarak bildiğim kadarıyla aydınlatmaya çalışıyorum
soruları.
Ana yemek olarak tercihe göre somon ya da biftek geliyor.
Biftek pek güzel değil, konuklar genel olarak yarıda bırakıyor. Bengi de beyaz
şarabı beğenmemiş.
Genel olarak yemekten düş kırıklığına uğrayıp, güzel çilekli
tatlıları bitirip kalkıyoruz. A la Carte restoranı bu gezide son ziyaretimiz
oluyor bu.
Gün batmak üzereyken 7. Kata çıkıp etrafı izlemeye
koyuluyoruz. Çeşme açıklarından geçerken Bengi o sırada Çeşme tarafında olan
annesi ve babasına telefon açıyor.
Arkamızı döndüğümüzde ise oldukça üzücü bir manzarayla
karşılaşıyoruz.
Sakız adası yanıyor.
İlk anda yangın mı değil mi tam anlamazken yaklaştıkça işin
rengi ortaya çıkıyor. Hüzünlü bir şekilde yangını izliyoruz.
Güneşin de batmasıyla show salonuna inip eğlenceleri
izlemeye koyuluyoruz.
Show salonu alçak tavanlı, küçük bir sahnesi olan, rahat
koltuklu bir alan.
Revü kızları gibi giyinmiş üç güzel dansçı dans edip yerini
rumen erkek ve kadın şarkıcıya bırakıyor. İkisinin de sesleri oldukça hoş ama
iki tane önemli falso var bize göre:
1) Şarkı altyapıları ucuz karaoke formatının üzerine söyleniyor gibi.
2) Şarkılar 60-70’lerin steril Amerikan ve Fransız parçaları, belli bir yaşın üstündeki konuklar memnun ama gerisini çok açmıyor.
Sahne de alçak olunca, daha çok 90’ların başındaki eğlence programlarına benziyor show. (mini mizansenler, manzaraya bakıyormuş gibi rol yapan şarkıcılar vs.)
Bir de tuhaf bir şekilde şarkı bitiminde perdenin arkasına girip tekrar çıkma durumu var. Mesela kadın sanatçı arka arkaya 4 şarkı söyledi hepsinde 1’er saniye girip çıktı. Ne gerek var ki acaba?
Şarkı faslı bitiyor yerine deminki 3 dansçıdan biri oryantal kıyafetleriyle gelip daha çok hint müziğine benzer bir melodiyle dans yapıyor. Onu da izledikten sonra bize gemide belki de tek keyif veren şovmen olan sihirbaz ve mistik işlerden sorumlu Sovyet subayı görünümlü arkadaş endam ediyor. Güzel ilüzyon numaralarını sempatik kişiliğinin de etkisiyle ilgiyle izliyoruz.
Ardından yine şarkıcı ikili geliyor ve şov, bir org bir buzuki ile Yunan müziği yapan arkadaşlara devrolunuyor. Yunan müziğini sevmemize rağmen bunu biraz beyin oyucu bulup yan salonda Türk müziği yapılan yere geçip yeni içkiler söylüyoruz.
Yeri gelmişken söyleyeyim, gemide yiyecek ücretsiz ancak içkiler ücretli. Ancak oldukça uygun fiyatta olduğundan rahatlıkla sipariş veriyorsunuz. (Misal bira çeşitleri 3,20 €, kokteyller 5,90 €. Eğer günün kokteylinden içiyorsanız o da 4 €) Barmenler kokteylleri Ölüdeniz barlarındaki gibi uyduruktan hazırlamıyor.
Türk Müziği ekibinde bir solist ve gitarist, bir kadın solist, bir piyanist bulunuyor yanlış hatırlamıysam. Frontman İlker yakışıklı bir çocuk, sesi de hoş. Yalnız havaya girmedi mi ruhsuz söylüyor.Bir de ağzından tuhaf sesler çıkarıyor arada şarkıya uysun diye ama oturmuyor o iş.
Repertuar slow türk pop klasiklerinden oluşuyor. Neredeyse 3 gün boyunda hiç hareketli bir esere denk gelmemiş olmamız bizi oldukça üzdü. Hatta 2. Gün baya depresyonun eşiğinden dönüp kendimizi dışarı atmak zorunda kaldık.
İranlı ekip ülke dışında olmanın verdiği rahatlıkla neşeli, kızları flörtöz ve oldukça süslü. Sarı saçlı renkli gözlü İlker’e oldukça ilgi gösteriyorlar. Bu durum İlker’in de performansını arttırıyor.
Bu İranlı kızlardan özellikle bir tanesi günde 7-8 elbise, etek değiştiyor. Ülkesinde bunları rahatlıkla giyememesinin acısını çıkarıyor diye düşünüyoruz.
İlker slow devam ederken bir anda eski iş yerinden samimi arkadaşım, şimdi de aynı binada çalıştığım Özlem çıkageliyor. Yanında erkek arkadaşı Erhan, şaşkınlıkla sarılıp sarmaş dolaş oluyoruz. Bir müddet de onlarla içki içip sohbet ediyoruz.
Onlar saat geç olduğu için izin istiyorlar. Biz de bir müddet sonra odamıza çekilip sabah erken varacağımız Rodos’a doğru yol alıyoruz.
2. gün için tıklayınız
1) Şarkı altyapıları ucuz karaoke formatının üzerine söyleniyor gibi.
2) Şarkılar 60-70’lerin steril Amerikan ve Fransız parçaları, belli bir yaşın üstündeki konuklar memnun ama gerisini çok açmıyor.
Sahne de alçak olunca, daha çok 90’ların başındaki eğlence programlarına benziyor show. (mini mizansenler, manzaraya bakıyormuş gibi rol yapan şarkıcılar vs.)
Bir de tuhaf bir şekilde şarkı bitiminde perdenin arkasına girip tekrar çıkma durumu var. Mesela kadın sanatçı arka arkaya 4 şarkı söyledi hepsinde 1’er saniye girip çıktı. Ne gerek var ki acaba?
Şarkı faslı bitiyor yerine deminki 3 dansçıdan biri oryantal kıyafetleriyle gelip daha çok hint müziğine benzer bir melodiyle dans yapıyor. Onu da izledikten sonra bize gemide belki de tek keyif veren şovmen olan sihirbaz ve mistik işlerden sorumlu Sovyet subayı görünümlü arkadaş endam ediyor. Güzel ilüzyon numaralarını sempatik kişiliğinin de etkisiyle ilgiyle izliyoruz.
Ardından yine şarkıcı ikili geliyor ve şov, bir org bir buzuki ile Yunan müziği yapan arkadaşlara devrolunuyor. Yunan müziğini sevmemize rağmen bunu biraz beyin oyucu bulup yan salonda Türk müziği yapılan yere geçip yeni içkiler söylüyoruz.
Yeri gelmişken söyleyeyim, gemide yiyecek ücretsiz ancak içkiler ücretli. Ancak oldukça uygun fiyatta olduğundan rahatlıkla sipariş veriyorsunuz. (Misal bira çeşitleri 3,20 €, kokteyller 5,90 €. Eğer günün kokteylinden içiyorsanız o da 4 €) Barmenler kokteylleri Ölüdeniz barlarındaki gibi uyduruktan hazırlamıyor.
Türk Müziği ekibinde bir solist ve gitarist, bir kadın solist, bir piyanist bulunuyor yanlış hatırlamıysam. Frontman İlker yakışıklı bir çocuk, sesi de hoş. Yalnız havaya girmedi mi ruhsuz söylüyor.Bir de ağzından tuhaf sesler çıkarıyor arada şarkıya uysun diye ama oturmuyor o iş.
Repertuar slow türk pop klasiklerinden oluşuyor. Neredeyse 3 gün boyunda hiç hareketli bir esere denk gelmemiş olmamız bizi oldukça üzdü. Hatta 2. Gün baya depresyonun eşiğinden dönüp kendimizi dışarı atmak zorunda kaldık.
İranlı ekip ülke dışında olmanın verdiği rahatlıkla neşeli, kızları flörtöz ve oldukça süslü. Sarı saçlı renkli gözlü İlker’e oldukça ilgi gösteriyorlar. Bu durum İlker’in de performansını arttırıyor.
Bu İranlı kızlardan özellikle bir tanesi günde 7-8 elbise, etek değiştiyor. Ülkesinde bunları rahatlıkla giyememesinin acısını çıkarıyor diye düşünüyoruz.
İlker slow devam ederken bir anda eski iş yerinden samimi arkadaşım, şimdi de aynı binada çalıştığım Özlem çıkageliyor. Yanında erkek arkadaşı Erhan, şaşkınlıkla sarılıp sarmaş dolaş oluyoruz. Bir müddet de onlarla içki içip sohbet ediyoruz.
Onlar saat geç olduğu için izin istiyorlar. Biz de bir müddet sonra odamıza çekilip sabah erken varacağımız Rodos’a doğru yol alıyoruz.
2. gün için tıklayınız